Pandemiden sonra hayatımıza giren yeni terimlerden biri de ‘Normalleşme’. Her şey normale dönmeye başlıyor ama aslında pandemi süreci devam ediyor. Pek çok sektör için bir takım önlem kriterleri açıklanıyor. Nasıl önlem alınması gerekiyor? Nelere dikkat edilmesi gerekiyor? Virüsün bulaşması durumunda neler yapmak gerekiyor?
Peki bu kriterler, genelgeler ve önlemler tüketiciyi normalleştirebilecek mi? Tekrar eskisi gibi müşteri olmaya devam edecekler mi? Bu kriterler ve önlemler silsilesi güven telkin etmek zorunda. Tüketici güvenebileceği yerden alışveriş yapacak, güvenebildiği yerde yemek yiyip, tatil yapacak. Pek çok marka ve araştırma şirketi istatistik çalışmalarını yayınladı. Pek çoğunda % 50-60 oranında eskiden olduğu gibi tüketim yapacağı, seyahat edeceği, tatile gideceği sonucu çıktı ve yayımlandı. Bu arada mobil ve dijital ürünlerin kullanımı da %80 oranında artış gösterdi. Peki bu artış aslında yeni alışkanlıkların göstergesi olabilir mi?
Normalleşme döneminin yıldızı, markalar ve işletmeler için açık ara iletişim olacak. Markaların ilk önceliği tabii ki aldıkları önlemlerin iletişimini yapmak. Peki nasıl yapılmalı bu iletişim? Pek çok işletme ve marka videolar yapmaya başladı. Hepsinde aynı görseller aynı söylemler. En ana kurallardan birini unuttuk: ‘Her markanın kendi dili olmalı.’ Ancak bu şekilde birbirinden ayrışabilir iletişim mümkün olacak, ancak bu şekilde rekabet ve öne çıkma mümkün olacak. Alınan önlemleri çok detaylı anlatmaktansa, sadece başlıklar ve müşteriye ya da misafire verilen önemin vurgulandığı iletişim, marka ile tüketici arasında 90 gündür kesilmek üzere olan bağın yeniden kurulmasını sağlayacaktır. Bağ kurmadan, güven kazanmak nasıl ikili ilişkilerde mümkün değil ise marka ve tüketici arasındaki ilişki içinde aynı şey geçerlidir. Evet tabii ki alınan önlemler anlatılacak ama bu süreç maalesef tek taraflı önlem alınarak atlatılacak bir süreç değil.
Markaların mutlaka bu konunun altını çizmesi gerekiyor. Siz bütün önlemleri alsanız bile bir tüketicinin bilinçsizce bir hareketi sizi bir krizin ortasına itebilir. Önümüz yaz ve turizm çok gündemde. O nedenle turizmden bir örnek vermek gerekirse, tüm oteller ‘şezlong mesafelerimizi ayarladık’ paylaşımları yapıyor. Yaz demek sosyalleşmek demek, yaz demek eğlence demek. Siz bütün önlemleri alıp, şezlong mesafelerini ayarlasanız da misafirlerin bu önlemler için iş birliği içinde olmaması halinde, bir anda tüm otelin virüs tehlikesi ile karşı karşıya kalabileceğini unutmamak gerek. Tabii ki önlemler anlatılacak ve güven inşa edilmeye çalışılacak ama tüketiciler özellikle aynı titizliği göstermesi gerektiği ve bu süreçte kol kola yürünmesi gerektiği mutlaka verilmesi gereken mesajlar içinde olmalı.
Pek çok farklı krizlerin içinden geçtik. İletişim çok yeni bir disiplin olmasına rağmen pek çok kriz örneğimiz var ama bu süreç hepimiz için bir ilk. Bu dönemde kriz yönetiminin önemi çok daha fazla öne çıkıyor. Herhangi bir üründen yada tesisten virüs bulaşması belki de bir sektörün ciddi bir sorunla karşı karşıya gelmesine neden olacaktır. Dolayısı ile normalleşme dönemi biz iletişimciler için pimi çekilmiş bir bombadan farklı değil.
%80 oranında artış gösteren mobil ve dijital uygulamalarda her alanda hayatımızdaki yerini büyütmeye devam ediyor. Dijitalleşme demek aslında minimum temas demek. Normalleşme döneminde en çok dikkat edilecek konunun başında minimum temas olunca ister istemez dijital olan her şeyin yeri giderek büyüyor. Peki bunun iletişime etkisi nedir? Minimum temas demek duygunun da minimuma inmesi demek aslında. Az önce yukarıda anlattığım, alınan önlemler ile ilgili yapılan iletişimin yerini bulamayacak olmasının en büyük nedeni bu aslında. İletişimin içinde ne olursa olsun duygu ve samimiyet olmadıkça maalesef kamuda, tüketicide adresini bulamıyor. Bu durumda izleyeceğimiz strateji, dijital platformları iletişim aracı olarak maksimum seviyede kullanmak, ama samimiyeti, duyguyu ve kendi marka dilimizi unutmadan mesajlarımızı vermek olmalı.
Tüm dünya için pandemi ve normalleşme sürecinin kısa sürede sona ermesini diliyorum.