2016 yılı özellikle çizgi roman dünyası ve sinemanın kesişimi anlamında çok ilginç bir yıl olacağa benziyor. Marvel Comics’in Captain America Civil War ve DC’nin Batman v Superman: Dawn of Justice en öne çıkan yapımlar. Marvel evreni de DC evreni de ciddi fan kitleleri olan karakterlere sahip. Civil War filminde Kaptan Amerika ile Demir Adam’ın birbirine düştüğü ve Marvel evrenini ikiye bölen yine aynı isimli çizgi romanına çok dayanmasa da belirli noktalarda paralellik taşıyan bir hikayeyi izleme şansımız olacak. Batman v Superman filmi de iki sevdiğimiz örnek karakterin birbirine düşmesini daha sonrasında ise güçlerini birleştirerek Justice League yani Adalet Takımı’nı kurmalarını anlatacak.
Dikkat ederseniz her iki filmde de Batman – Superman, Kaptan Amerika – Demir Adam şeklinde taraf seçme noktasında izleyiciyi tetikleyen bir kurgu söz konusu. Civil War’un marka tagline’ında ‘Whose side are you on?’(Kimin tarafındasın?) diye sorularak zaten tarafsız olan bertaraf olur mesajı ile çaresiz bırakılan beynimiz, güven alanı yaratmak amacı ile kendisine bir taraf seçiyor. .
Taraf seçme bir şekilde müşteriyi konuya dahil etme yöntemidir. Çünkü taraf seçme güven alanı yarattığı gibi, o güven alanında kalmak için ezeli rakibin varlığından (Archrival) iyice kaçınarak, taraftarı olduğunuz şeye daha çok sığınmamıza neden olur. Aslında bu sığınmayı tetikleyen tek etken ezeli rakipten kaçınma ise, ezeli rakibe duygusal olarak bağlanıyor olduğunuz noktası can alıcı olan nokta niteliğindedir. Bir düşünelim: Tom ve Jerry. Tom’un tarafını tuttuğunuzu düşünün, Jerry’i yakalamasını istiyorsunuz. Peki Jerry’yi yemeyi başarırsa, Tom hala sizin kahramanınız olacak mı?
Jedilar ve Sithlerin arasındaki rekabet ve denklik olmasa Star Wars bu kadar fenomen haline gelebilir miydi?
Death Note’ta L ile Kira’nın denk zekaları ve aralarındaki mücadele olmasaydı, hikaye bu kadar çekici olabilir miydi?
FMCG’den bir örnek verelim. Coca Cola ve Pepsi arasındaki rekabeti ele alalım. Pepsi olmayan bir dünyada Coca Cola bu kadar popüler olabilir miydi?
Örneğimizi futbola taşıyalım. Galatasaray taraftarısınız. Fenerbahçe ligden çekilmiş olsa, aynı heyecanla lig maçlarını takip edebilir misiniz? Ya da Fenerbahçe taraftarısınız. Galatasaray’ın olmadığı bir dünya, sizi daha keyifli hale getirebilir mi? Ya da bu rekabet olmasa, Süper Lig ne derecede izlenir?
Katalanlar bağımsızlığını kazansa ve bunun bir sonucu olarak Barcelona, La Liga’dan ayrılsa, Barcelona – Real Madrid (El Classico) rekabetinin olmadığı bir La Liga ne kadar tat verir?
‘Messi mi, Ronaldo mu?’ sorusunun yanıtını aramaya başladığınızdan beri, El Classico daha heyecanlı geçmiyor mu?
Ezeli rakip yani archrival konusunu; Matrix filminde Ajan Smith’in güçlü bir şekilde oluşmuş yeni formu, Neo’nun ulaştığı gücün bir karşılığı niteliğinde, denklemin eşitliği için bir zorunluluk olarak ifade ediliyordu. Yani bir eşitlikten söz ediliyordu.
Eşitliği sağlayan ezeli rakip, bizi oyuna, bizi tarafında olduğumuz taraftarı olduğumuz şeye bağlayan en önemli unsur halini alıyor. Yani bir nevi, ezeli rakibe olan nefretimiz aslında taraftarı olduğumuz şeye olan sevgimizin kaynağı halini alıyor. Yani nefret etmeye bağımlı hale geliyoruz, çünkü beyaza olan sevgimizin kaynağı bir süre sonra siyaha olan nefretimiz oluyor ve siyahı kaldırırsanız, beyaza olan sevgimizin de bir anlamı kalmayabiliyor.
Christian Bale’in Batman’i, Heath Ledger’ın Joker’i oynadığı Dark Knight filminde Joker’in Batman’e söyledikleri aslında yazımın bir özeti niteliğinde:
‘Seni öldürmek istemiyorum. Sensiz ben ne yapabilirim ki? Gidip haydutları dolandırmak ile mi uğraşayım? Hayır, hayır. Sen beni tamamlıyorsun!’
Porsche mu, Ferrari mi?
Ios mu, Android mi?
Nike mı, Adidas mı?
Sizi tamamlayacak kadar güçlü rakipleriniz olması dileklerimle.