Yalan haberler ya da kurgu haberler söz konusu olduğunda çok da geçmişe gitmemize gerek kalmıyor, her gün en az gerçekler kadar yalan haberlere de maruz kalıyoruz. Ancak yalan haber denilince akla yalnızca gerçeklerin çarpıtıldığı haberler gelmemeli. Olayı daha geniş bir perspektifte ele almalıyız. İşin kötüsü sosyal medyanın bu denli fütursuzca kullanıldığı bir ortamda, milyonlarca okuru veya takipçisi olan gazeteler bile “tık tuzağı(clickbait)” kaygılarından dolayı bazen “trol” hesaplardan ayırt edilemez hale geliyor.
Asıl önemli soru: İyi hoş yalan haberlere maruz kalıyoruz, peki bunlara ne kadar inanıyoruz?
Çamur at izi kalsın! atasözü bu durum için biçilmiş kaftan mı?
Hazırsanız soruları cevaplamaya başlıyoruz
“Doğru belini doğrultana kadar, yalan dünyayı dolaşırmış”
Ne kadar da doğru bir söz dediğinizi duyar gibiyim! Bu noktada haşır neşir olmamız gereken terim “Sleeper Effect” ya da Türkçeye tercüme şekliyle “Uyuyan Etkisi”. Bu kavramı Psikolog Carl Hovland ileri sürmüştür. Hovland’a göre; inandırıcılık düzeyi düşük bir kaynaktan gelen bir mesajın başlangıçta ikna etkisinin olmayabileceği, ama aradan belli bir zaman geçtikten sonra, mesajın hatırlanmasına rağmen kaynağın unutulması nedeniyle inandırıcılığının artabileceği belirtilmektedir. Gelin ilk olarak bu kavramın ortaya çıktığı deneye bakalım hep birlikte.
Hovland ve Weiss (1951), üniversite öğrencileri ile gerçekleştirdikleri deneyde, öğrencilere nükleer güçlü denizaltıların güvenli ve kullanışlı olduğunu öne süren bir metin okutmuşlardır. Bir grup deneğe, metni atom bombalarının geliştirilmesinde rol alan önemli bir fizikçi olarak tanıttıkları . Roberts Oppenheimer’in yazdığını, diğer gruptakilere ise metnin Sovyet gazetesi Pravda’dan alındığını belirtmişlerdir. Oppenheimer o dönemde Amerikalı öğrenciler için güvenilirliği yüksek bir kaynakken, Pravda oldukça düşük güvenilirliğe sahiptir. Araştırmacıların beklentisi, metnin kaynağının Oppenheimer olduğunu söylenen gruptakilerin, diğer gruptakilerle kıyasla daha çok ikna olacakları yönündedir. Deneyin hemen ardından yapılan ölçümler bu beklentiyi doğrulamaktadır. Aynı deneyde, verilen mesajın etkisinin düşük ve yüksek güvenilirlik koşullarındaki denekler üzerinde ne kadar sürdüğünü sınamak amacıyla dört hafta sonra tekrar ölçüm yapılmıştır. Dört hafta sonunda, iki grup arasındaki farkın tamamen ortadan kalktığı görülmüştür. Diğer bir ifadeyle, her iki grupta eşit düzeyde tutum değişimi gerçekleştiği görülmüştür. Hovland ve Weiss (1951) bu durumu “uykucu etkisi” ile açıklamaktadırlar. Zamanla, mesaj ile kaynak arasındaki bağlantı ortadan kalkmakta ve bireyler mesajı ve mesajı vereni hatırlamalarına rağmen, mesaj ile kaynağın inanılabilirliği arasındaki bağlantı zayıfladığından, “güvenilirlik” etkisi azalmaktadır. Böylece güvenilirlik yoluyla oluşan anlık tutum değişimi azalmakta; düşük inanılırlıkla elde edilen olumsuz tutum ( ya da düşük tutum değişimi) da daha az olumsuz olmaktadır.
Uykucu etkisi, “ikna edici mesajın anında etkili olmayıp, beklenen etkinin belirli bir zaman dilimi sonunda belirmesi” şeklinde tanımlayabileceğimiz bir tür ertelenmiş ikna etkisidir.
Kafamızda canlanması açısından daha somut bir örnek verirsek;
Siyasi seçim kampanyaları öncesinde hangi partiye oy vereceğini karar verememiş olan seçmen, bir partinin adayının diğer partinin adayını yeren iftira teşebbüslerine maruz kaldığında bunu etik bulmayarak adayı “güvenilmez” olarak adledebilir. Bu durumda, adayın etkili mesajı anlık tutum değişimi açısından başarılı olamaz. Ancak bu azaltıcı ipucu nedeniyle ikna olmayan seçmen, kısa bir süre sonra, bilginin hangi kaynaktan geldiğini unutabilir ve aleyhinde olumsuz bilgiler aldığı adaya karşı olumsuz tutum sergilemeye ve böylece, kendisini daha önce güvenilmez olarak değerlendirdiği adaya daha yakın hissetmeye başlayabilir.
Gelelim neticeye: Çamur Atınca Gerçekten İzi Kalıyor!
Hovland ve Weiss’in deneyinin en acı sonucu da bu olsa gerek; çamur atılınca ne yazık ki izi kalıyor. Aynı hedefe odaklanan bir dizi yalan haber ise çok daha kalıcı etkiye neden olabiliyor. Etkili bir yalan haber üretmek ve yaymak günümüz dünyasında çok kolay, zira toplumda ortaya atacağınız yalanı satın almaya, taşımaya ve yaymaya hazır bir kesim mutlaka bulunabiliyor. Asıl zor olan bu yalan haberin olumsuz anlamdaki toplumsal etkileriyle mücadele etme meselesi.
Bunun yolu da dijital mecraları kullanan kitlenin bilinçli bir medya okuryazarı olmasından geçiyor. Aksi halde ne olur? Kamuoyu ilelebet medya manipülatörlerinin oyuncağı olarak kalmaya devam eder, devam edecektir…