Türkiye Kurumsal Sorumluluk Derneği’ni kısaca tanıtır mısınız?
Türkiye Kurumsal Sorumluluk Derneği (TKSD), 2005 yılında iş dünyasında sorumlu yönetim anlayışını yaygınlaştırmak ve sürdürülebilir kalkınma hedeflerine katkı sağlamak amacıyla kurulmuştur. Kuruluşumuzdan bu yana özel sektör, kamu, akademi ve sivil toplum arasında iş birliği kültürünü güçlendiren projelere öncülük ediyoruz. TKSD olarak, şirketlerin toplumsal ve çevresel etkilerini daha iyi yönetmelerine destek oluyor, iyi uygulamaları görünür kılarak sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlıyoruz.
20 yıl önce yola çıktığınızda kurumsal sorumluluk kavramı neredeydi, bugün nerede? Şirketlerin bu konuya bakış açısında yaşanan en önemli kırılma noktaları neler oldu?
2000’lere kadar olan hayırseverlik anlayışının hala pek çok şirketin yönetim anlayışında devam ettiği ancak bir yandan da dünyadaki gelişmelere istinaden holdingler başta olmak üzere artık pek çok şirketin gündemine sosyal sorumluluğun girmeye başladığı dönemlerdi. Her ne kadar özellikle belli başlı holdinglerimiz ve büyük bazı şirketlerimiz nezdinde disiplinli yapıda KSS projeleri hayata geçse de hala politikası yani yönü olmayan noktadaydı yani KSS alanında politika oluştur, süreçlere entegre et, uygula üçlüsünde hala yeterli değildik. Bugün geldiğimiz noktada ise holdinglerimiz, şirketlerimiz, KSS, sürdürülebilirlik, ESG gibi pek çok alanın yönetim alanı olarak “kurumsal sorumluluk”un altında olduğunu ve sosyal sorumluluk projelerinin de sürdürülebilirlik hedeflerinin uygulamaları olarak birlikte hareket eden iki alan olduğunu çok daha net anladılar.
GRI’ın hayatımıza girişi ve iklim değişikliği, insan hakları, yolsuzluk ile yüzleşme
Kırılma noktasına gelirsek 2010 sonrası şirketlerin, hükümetlerin iklim değişikliği, insan hakları ve yolsuzluk gibi konulardaki etkilerini anlamalarına ve iletmelerine yardımcı olan standartlar kuruluşu GRI (Global Reporting Initiative/ Küresel Raporlama İnisiyatifi) öneminin anlaşılması ve raporlamalarının hayata geçmesi ile başladı. özellikle 2010 sonrası şirketlerimizde sorumluluk anlayışı, etik yönetim, kurumsal yönetim vb pek çok konununda devreye girmesi ile çok önemli hale geldi.
Sonrasında ise GRI’yı ya da bu tür raporlamaları öğrenmiş olan şirketlerimizin hayatına pandemiye kadar olan dönemde yavaş yavaş sürdürülebilirlik ve ESG kavramları girmeye başladı.
Kurumsal sorumluluk ve sürdürülebilirlik alanlarında Türkiye gelişmelerin neresinde?
Türkiye pek çok ülkeden çok daha iyi düzeyde. Markalar açısından değerlendirdiğimizde, Türkiye sürdürülebilirlik, KSS kısacası kurumsal sorumluluk alanında dünyada pek çok ülkeden çok daha iyi durumda. Çünkü atalarımızdan bize geçen, DNA’mızda olan hayırseverliği bu 25 sene de disipline etmeyi, neyi, neden, nasıl yapacağımızı oldukça iyi öğrendik. Ama tabi ki daha çok yolumuz var. Çünkü bu sadece proje bazlı ilerleyecek bir alan değil. .
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİN YÖNETİM KURULLARINDA SANDALYESİ OLMALI
Bu bir yönetim alanı olarak yönetim kurulunda temsil edilmesi ve dolayısıyla şirketlerin de pazarlama, satış gibi bir fonksiyon olarak görerek hareket etmesi, özellikle üst düzey yöneticilerin ana performans göstergelerine dahil etmesi gerekiyor. Aksi halde özellikle ekonomik ya da politik –Trump’ın iklim eylemi konusunda ki açıklamalarını düşünelim– nedenlere bağlı olarak bu alan geri itilebiliyor..
Kurumsal sorumluluk ve sürdürülebilirliği hem markalar hem de tüketiciler açısından değerlendirir misiniz?
Türketici davranışlarını incelediğimizde aynı fiyat aralığında aynı kalitede olan 2 ürün arasında sorumlu olan marka tercih ediliyor. Tüketiciler açısından değerlendirdiğimizde, tüketiciler için kurumsal sosyal sorumluluk projeleri ve sürdürülebilirlik çok önemli. Tüketiciler satın alacağı ürünü artık sadece pakete sarılmış bir madde olarak görmek istemiyor. Karşısında sorumlu bir kimlik görmek istiyor. Bunu bu şekilde söylediğimizde “tüketici sürdürülebilirliği sözde umursar, gerçekte ürünün fiyat-kalite dengesine, promosyonlara, indirimlere vs bakar gerisi hiç bir anlam ifade etmez” eski düşünce yapıları ile karşılaşıyoruz. Halbu ki davranışlarını incelediğimizde aynı fiyat aralığında aynı kalitede olan 2 ürün arasında sorumlu olanı tercih ettiğini görüyoruz. Ya da bir markanın çalışan haklarını ihlali, çevreye, doğaya zarar vermesi, çeşitliliğe saygı duymaması vb bir olayla karşılaştığında anında tepkisini veriyor. Hemen rakip alternatif marka arayışına geçiyor ve eğer geçiş yaptığı markada beklentisini karşıla ise o sorumsuzluğu yapan markaya asla dönmüyor.
Türkiye’de İlk Tercihi Sorumlu Marka Olan Tüketici Oranı %25
Çok önemli bir diğer konu da Türkiye’de sorumlu markaları tercih eden (ilk tercihi sorumlu marka olan) ülke genelinde 18 yaş ve üzeri tüketici oranı %25 ve bu insanların büyük çoğunluğu gelir düzeyi yüksek, düzenli satın alma eğilimi olan kişilerden oluşuyor. (Araştırma verisi ZENNA Araştırma kütüphanesinden alınmıştır.)
TKSD’nin özel sektör, sivil toplum, kamu ve akademi arasındaki köprü rolünden bahsedebilir misiniz? Bu dört paydaşı bir araya getirmenin sürdürülebilir kalkınma açısından önemi nedir?
Hangi konu olursa olsun eğer dünyaya bir değer katmak ve değişim, dönüşüm gerçekleştirmek istiyorsak konuyla doğrudan ilişkide ki tüm paydaşları masanın etrafına toplamak ve ortak akıl oluşturmak gerekir.
Sürdürülebilir kalkınma amaçları açısından da baktığımızda kamu otoriteleri politika yapıcı, uygulatıcı, denetleyici rolü, akademi bilimsel araştırma yapan, makale üreten, ülke, dünya kıysalamaları gerçekleştirerek raporlar hazırlayan özetle bilgi üreten rolü, STK’lar ilgili alanları korumak, geliştirmek, iş birlikleri oluşturmak, yaymak üzere olan rolleri ve iş dünyası da hayata geçirerek hem eko sisteme karşı sorumluluğunu doğru gerçekleştirmesi, hem çalışanına hem topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmesi gereken rolüne sahip.
Özetle bu paydaşların biraraya gelmesi sürdürülebilir kalkınmanın güçlenmesi ve dünyaya yol aldırabilmek için çok kıymetli.
TKSD işte tamda bu noktada köprü oluşturuyor. Hem ortak akıl ile ilerlemelere olanak sağlamak hem de her biri çok önemli işler gerçekleştiren bu paydaşların birbirlerini sürekli güncellemelerini sağlamak, iş birliklerini güçlendirmek.
İklim değişikliği, toplumsal cinsiyet eşitliği, çeşitlilik ve kapsayıcılık gibi kritik başlıklarda şirketlerin somut adımlar atmasını nasıl teşvik ediyorsunuz?
Şirketlerin, kurumların gerçekleştirdiği İklim değişikliği, toplumsal cinsiyet eşitliği, çeşitlilik ve kapsayıcılık gibi sürdürülebilirlik alanlarındaki başarılı uygulamaları, projeleri değerlendirerek ödüllendiriyoruz. Böylece hem teşvik edici hem de örnek uygulamamaları yaymaya destek oluyoruz.
Bunun dışında farkındalık ve bilinçlenme oluşturmaya odaklı bir dernek olarak, “ilgili alanda/ konuda neredeyiz, bu konuda dünyada neler yapılıyor, Türkiye’de neler yapılıyor, regülasyonlar, mevzuatlar, bariyerker neler, ne yapmalıyız” gibi soruların yanıtlarını paylaştığımız içeriklerimizi paydaşlarınmıza sunuyoruz. Buna yönelik etkinlikler gerçekleştiriyoruz. Örneğin geçen ay İzmir’de gerçekleştirdiğimiz Green Talks&Drinks etkinliğimiz “İklim Kanunu ve Emisyon Ticaret Sistemi” üzerineydi. Konuyu aktarmak üzere Türkiye Cumhuriyeti Çevre Şehir ve İklim Değişikliği Başkanlığı ve ESİAD’dan çok değerli isimler ile şu andaki durumu, uygulamaları, uygulanacakları, zorlukları iş dünyası, STK’lar, akademiden katılan profesyoneller ile paylaştık.
Kurumsal Sosyal Sorumluluk Projeleri İtibarı, İtibar Marka değerini Güçlendirir
Kurumsal sosyal sorumluluk projelerinin markaların itibarına ve rekabet gücüne etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Somut örneklerle paylaşabilir misiniz?
Samimi ve başarılı kurumsal sosyal sorumluluk projeleri, markaların itibarı ile doğrudan güçlü ilişki kurmakta, itibarı güçlendirmekte. İtibar ise marka değeri hesaplamalarında marka değerinin %50’sini oluşturan en güçlü ana faktör konumunda.
İtibarın tüketicide oluşturduğu anlama, duyguya bakacak olursak, git gide sahip olunması zorlaşan “güven ve saygınlık”.ve duygusal bağ oluşumudur.
Dolayısıyla itibarı güçlü olan, başarılı ve iletişimi doğru kurgulanmış KSS projelerine sahip markaların pazar potansiyelinin, karlılığının, yarattığı insan kaynakları değerinin rakiplerinden çok daha güçlü olduğunu görüyoruz.
Koç Holding ve Eczacıbaşı Holding
Somut örnek vermek gerekirse aslında çok güzel başarılı örnekler var ülkemizde ama son tüketiciye yönelik örnek yerine tüm araştırmalar, makaleler hatta tezlere de örnek olan holdinglerimizden ikisini değerlendirelim.
Koç Holding ve Eczacıbaşı Holding. Büyüklük açısından çok farklı olan bu 2 holdingte kurumsal sorumluluk anlayışları ve projeleri ile ülkede onlarca senedir fark yaratmış ve bunu da şirketlerine yanıtmış kurumlar.
Bu holdingler sadece başarılı şirketlere sahip oldukları için değil sorumluluk çalışmaları ile ülkeye, topluma kattıkları değer, fayda için daha da güçlü itibara sahip olarak konumlandırılıyor ve diğerlerinden ayrıştırılıyorlar. Eczacıbaşı Holding’in spor, kültür, sanata kattıkları, Koç Holding’in eğitim, toplumsal cinsiyet eşitliği, sağlık vb alanlardaki katkıları. Bunlar her paydaş grubu tarafından farkında olunan ve bu 2 holdingi çok güçlü itibara sahip konumuna getiren alanlar.
Ve, bu holdinglerin şirketleri de kendi başarları dışında arkalarında bu holdinglerin olmasından da ciddi güç alıyorlar.
Tüketicilerin markalardan sürdürülebilirlik beklentisi son yıllarda nasıl değişti? Bu beklentiler markaların stratejilerini nasıl şekillendiriyor?
Tüketiciler artık markalardan yalnızca sorumluluk beyanı değil, gerçek ve ölçülebilir taahhütler bekliyor. Şeffaflık, izlenebilirlik ve hesap verebilirlik, tüketici güveninin temel unsurları haline geldi. Samimiyet en önemli filtrelerinden biri oldu tüketicinin.
Bu durum markaları, ürün tasarımından tedarik zincirine kadar her aşamada sürdürülebilir uygulamaları hayata geçirmeye yöneltiyor. Artık sürdürülebilirlik bir rekabet avantajı değil, iş dünyasında var olmanın ön koşulu haline geldi.
Paydaş beklentileri, markaların stratejilerinde son senelerde şimdilik sayısı az da olsa, özellikle üretim yapan şirketler nezdinde, tedarik zinciri ile birlikte büyümek olarak ortaya çıkıyor ancak bu çok kolay bir strateji de değil. Üzerinde hala çalışılan ve çok yol alınması gereken bir konu.
Şirketlerin sürdürülebilirlik stratejisi gerçekten var mı?
Ancak diğer taraftan bütüne baktığımızda hala konunun marka gücü ve finansallar ile ilişkisinin tam anlaşılamamasına bağlı olarak genel olarak şirketlerin sürdürülebilirlik stratejileri olmadığını görüyoruz. Sürdürülebilirlik ve KSS projelerinin şirketlerin satış ve pazarlama stratejilerini güçlendirmek üzere entegre edilen taktik ve uygulamalar olarak konumlandırıldığını görüyoruz.
TKSD olarak önümüzdeki dönemde hangi alanlara odaklanmayı planlıyorsunuz?
İyileşmesinin/ sorunların gerilemesinin daha onlarca sene süreceği belli olan 3 temel amaç, iklim değişikliği, toplumsal cinsiyet eşitliği, kapsayıcılık alanlarına olan odağımız daha da güçlü olarak devam edecek. Yine teknoloji ve sürdürülebilirlik üzerine çalışmalarımız da devam edecek.
Bunun dışında, şirketlerin sadece iyi niyetli projeler değil, somut sonuçlar üreten, ölçülebilir etki yaratan çalışmalar yapmasını desteklemeyi hedefliyoruz. Ayrıca gençlerin sürdürülebilirlik süreçlerine katılımını artırmak ve yerel yönetimlerle iş birliği içinde bölgesel dönüşüm modelleri geliştirmek de önceliklerimiz arasında
Yeni kurulan iktisadi işletme ile farkındalıktan ölçülebilir etkiye geçiş hedefliyorsunuz. Bu dönüşüm şirketler için ne anlama geliyor?
Kurumsal sosyal sorumlulukta farkındalık önemli bir başlangıç noktasıydı; ancak artık şirketlerin ölçülebilir, sürdürülebilir ve ekonomik değere dönüştürülebilir sonuçlar üretmesi gerekiyor. TKSD İktisadi İşletmesi, bu anlayışı hayata geçirmek için danışmanlık, ölçme-değerlendirme ve kapasite geliştirme hizmetleri sunuyor. Böylece şirketler yalnızca toplumsal katkı sağlamakla kalmayıp, sürdürülebilir kalkınma hedeflerine doğrudan katkı veren, ölçülebilir etki yaratan kurumlar haline geliyor.