Alemin Alimine İlim : Big Data

“Sevgili Next Talks konuğu Monitise MEA, COO’su Fırat İşbecer’i dinleme fırsatı yakaladım. Kendisi, ağzına sağlık, inovasyonun bizi nereye götürdüğünü layığıyla anlattığı  bir sunum yaptı. İnsan bedeninin sınırlılığına dair gülümseten bir kaç kelamı da, yazımın ilham kaynağı oldu. İzniyle betimlemelerinin bazılarını, pek tabi kendi kifayet mutfağımdan geçirerek, yazıma serpmek isterim.”


“Alem; nişan, sınır işareti.

Alem; dünya, cihan.”

‘İnsanlar Alemi’, pek tabi alemliğinden ötürü, sınırlarla doludur. (İnsan; uçamaz, su altında yaşayamaz.) Gel gör ki insan, ne yaparsın alem-i fani,  hep bu sınırlı halini, kendini, aşmak istemiştir. En çok da hem kıymetlisi hem sonunun habercisi Zaman Efendi’yle tutkulu bir savaş içindedir. Yaşlanma karşıtı kremlerin ve estetik operasyonların da müsebbibi sevgili Zaman Efendi, bu alemin su götürmez bir biçimde hala muhtarı. İşte ihtiyar heyetinin de birkaç çalışması;

Bir insan, ömrünün ortalama 227,468 saatini uyuyarak geçirir. Yani 26 yıl gözlerini kapatır ve genellikle bir yere uzanmak suretiyle kendini standby moduna alır. 7 yılda üzerine ekleyin – çünkü yatakta uykuyu bekleyerek geçirdiği insomnia zaman da hiç az değil. (Alem-i hab – uyku alemi konusu merakınızı cezbettiyse Serdar Kuzuloğlu’ndan leziz bir yazı için bknz. ) 99,117 saat çalışır. 46,800 saat ev ıvır zıvırlarıyla ilgilenir. 38,003 saat yemek yer. 653 saat durakta bekler. Küsurat düştü diye az gelmesin, 27 güne tekabül eder. 11 yıl televizyon başında geçirir. 366 gün bu beden iflas eder, yani hasta olur.  (Ömrünüzde neyi ne kadar israf ettiğinizi de görmek isterseniz, buyurun buradan da biraz israfınızı hesaplayın.)

İnovasyonun beşiği insanoğlunu oluşunun ötesine geçmeye iten bir entropiyle  doğru orantılı sallanır. Bir kere belli ki beynimizden daha sınırlı hareket kabiliyetinden dolayı bize zaman ve mekan kaybettiren bir bedenimiz var. Atsak atamayız. İnovasyonların çoğu da böyle kusursuz (!) oluşumuzu aşmaya ve bizi dünyanın daha merkezine almaya yönelik çözümler getirme derdinde ve ne kadar zaman kazandıran kısa yollarla bizi multitasking hale getirirlerse, o kadar verimli oluyorlar.

Kimlik olarak yanımızda bedenimizi taşıma zorunluluğumuz gün be gün tarih olma yolunda. Bizler uçak ilk defa bedenlerimizi taşıma sorumluluğunu üstlendiğinde nasıl da şaşkındık, çok şükür bu şaşkınlığımızı da kanatlar üzerinde yiyip içerek atlattık.[4] Pek tabi onları insanlar arası savaşlarımızın aktif silahı haline getirmeyi ihmal etmedik. Koltuk görünce dayanamadığımızdan ilk barış vaktimizde  onları da sınıflandırdık. Mesela ekseriyetle puro içebilenlerimiz ön sıralarda oturabiliyor ya da ön sıralarda oturabilenlerin çoğuna puro içme yetisi fabrika ayarlarıyla yüklü geliyor. Akbil basarak uçmayı da omurilikten bir hareket haline getireceğimiz günler uzakta değil. O günler geldiğinde diyeceğimiz şu ki;

“Bundan çok daha önce, bilgisayarların internet mevhumuyla hayatlarımızda kısa yol oluşturmasıyla, artık bedenlerimize  ihtiyaç duymadığımız kocaman bir bulutun  zaten tebaası olmuştuk.”

Evet, mevzu bahis; ‘Sanal Alem’.

McLuhan’ın ‘global bir köy’ olarak tanımladığı bu alem, sonunda insanoğluna sıkıştığı ve zamanına yetişemediği kendi aleminin paralelinde, tanrılığını ilan edebildiği başka bir evreni bahşetti.

Şimdi bedenlerimiz şarj ihtiyacını karşılamak için standby moduna geçse dahi, bu yeni alemde avatarlarımız nefes almayı ve hareketlerini sürdürüyorlar. Sadece bir kişiyle yemek yemek için oturduğunuz sofraya yanınızda 8574 arkadaşınızla aynı anda oturuyorsunuz. Üstelik onlar masa ve sandalyeye ihtiyaç duymuyorlar. Fazladan hesap da ödetmiyorlar. Böyle de masrafsızlar ama bedenen miladımız dolup öldüğümüzde, bizden kalan koca bir sanal tabutu nereye gömecekleri hala oturmamış bir miras meselesi. Sosyal dinamik ve dinamitler, kimlik üzerine kurulmuş bütün temelleri yıkmak ve inşa etmek üzere ateşlendiler. Peki böylesi kaygan bir zeminde pazarlama stratejileri neyi mesnet edinsin?

Cevap Big Data. Elimizdeki tek telefonla aynı anda dört iş yapabilecekken, o an gelen bir aramanın veya uzun bir mesajlaşma trafiğinin bizi bir tek eyleme yani konuşmaya düşürmesinin nasıl bir gerginlik yarattığını anlayanların, şarj aletlerinin yemek içmek kadar elzem olduğunu, yokluklarının panik semptomlarına sebebiyet verdiğini fark edenlerin, sosyal her türlü platformdaki avatarlarımız arasında geçişe izin veren tüneller açanların, bu alemin ilminin alameti ayak izlerimizden oluşan Big Data’yı okuması belki bir nebze kolaylaşabilir. Görebilenin gözlerini kamaştıran ışıl ışıl bir hazine. Yanlış olmasın, Big Data açık kitap sınavından pek farklı değil, neyi nasıl okuyacağını bilmeyenler, önünden bilgi şelalesi aksa da, kağıda hiç bir şey yazamıyorlar. Bu yüzden bilgiyi nasıl kullanacağını ve bilginin değerini bilen insanlara istihdam önceliği tanımakta ve bulduklarınıza gözünüz gibi bakmanızda fayda var. Yoksa adınızı yazıp sadece boş kağıt verirsiniz.

Bu arada; dürbünle vizyonunuzu seyretmek şahane manzara veriyor olsa da, aman yakın gözlüğünüzü kaybetmeyin; malum, ‘elektrikler kesilince anlattıklarım bir koca hiçtir’. Sevgiler.