ozge kilic guler

GUP Generation CEO’su Özge Kılıç Güler Röportajı

GUP Generation ne zaman kuruldu ve hangi alanda faaliyet gösteriyorsunuz?

GUP Generation çok taze bir firma. 2024 yılında kuruldu. Tamamen butik bir distribütör firma olarak hizmet veriyor. Klasik bir distribütörden GUP’u ayıran en önemli özellik, marka yönetimini çok ön planda tutuyor olması. Reklamdan dağıtım kanallarına, müşteri ilişkilerinden saha ve mağaza operasyonlarına, satış sonrası hizmetlerden pazarlama stratejilerine kadar marka yönetiminin tüm aşamalarını kapsıyoruz. Klasik distribütörlerin sunmadığı bu bütüncül yaklaşımla uluslararası markalara hizmet veren, kendi alanında öncü bir firma konumundayız.

GUP Generation’ı, önümüzdeki dönemde Türkiye’de ofis açmaya gerek duymayan ya da bunun külfeti altına girmek istemeyen ama kendi markasını sanki ofisi varmış gibi yönetilmesini isteyen firmaların kullanacağı tek seçenek olarak düşünebiliriz.

GUP Generation’ı kurma fikri nasıl çıktı?

21 yılı aşkın süredir hem FMCG hem de teknoloji sektörlerinde ulusal ve uluslararası markalarla çalışma fırsatı buldum. Teknoloji dünyasında edindiğim deneyim, beni yeni bir yolculuğa çıkmaya motive etti. 2024 yılında kendi girişimim olan GUP Generation’ı kurarak marka yönetimi ve distribütörlük alanında faaliyet göstermeye başladım.

Kadın bir lider olarak, teknoloji gibi erkek egemen bir sektörde edindiğim tüm bu deneyimler, yalnızca kariyerimi değil, aynı zamanda kadınların iş dünyasındaki temsiline dair vizyonumu da şekillendirdi.

Marka iş birlikleri yaparken nelere dikkat ediyorsunuz? Hangi faktörler öne çıkıyor?

Öncelikle Türk tüketicisinin ilgi gösterdiği ürün gruplarına doğru yöneliyoruz. Bu bizim için birinci öncelik. Türkiye’de hizmet veren bir firmayız, dolayısıyla ilk önce Türk tüketicisinin ilgi gösterdiği ve sahip olmak istediği ama Türkiye’de bulunmayan ürünleri, herhangi bir dağıtıcısı ya da yetkilisi olmayan ürünleri tercih ediyoruz.

Daha sonrasında ürünlerin kaliteli olmasına dikkat ediyoruz. Şu an Türkiye’ye dağıttığımız ve servis sağladığımız markaların hepsi kendi denetimimizden ve kullanımımızdan geçmiş durumda. Özellikle satış sonrası hizmetlerini de biz verdiğimiz için ürünlerin geri dönüş oranlarını direkt test ediyoruz.

İnanmadığımız, kalitesine güvenmediğimiz ya da tüketici sahip olduğunda mutsuzluk yaşanacak ürünleri almıyoruz. Uluslararası arenada isim yapmış, kalitesiyle tüketicinin arkasında duran, teknolojiyi takip eden lider firmaları tercih ediyoruz.

Spectrum Brands ile iş birliğiniz nasıl başladı? Bu stratejik iş birliğinin temel amacı nedir?

Spectrum Brands, 2001 yılından bu yana Türkiye pazarında tüketici ürünleri kategorisinde güçlü bir varlığa sahip. Ancak, değişen pazar dinamiklerine daha hızlı yanıt verebilmek ve tüketici odaklı yaklaşımını güçlendirmek amacıyla stratejik bir ortaklık arayışına girdi.

Bu dönüşüm kapsamında, 1 Mart 2025 tarihinden itibaren Remington, Russell Hobbs ve George Foreman markalarının Türkiye’deki tüm operasyonel sorumluluğunu GUP Generation’a devretti. Ortaklığımız, Spectrum Brands’in global bilgi birikimi ile GUP Generation’ın yerel pazar uzmanlığını birleştirerek, Türkiye’nin benzersiz ihtiyaçlarına hızlı ve yerinde çözümler sunmayı hedefliyor.

Bu iş birliğinin temel amacı, küresel bir markanın yerel pazardaki potansiyelini tam anlamıyla ortaya çıkarmak ve tüketicilere özel, hızlı, esnek çözümler sunmak. Spectrum Brands’in uluslararası bilgi birikimi ile GUP Generation’ın Türkiye pazarı uzmanlığı bir araya gelerek, müşterilere benzersiz bir değer önerisi sunuyor.

Türkiye pazarı özelinde bu üç markanın büyüme potansiyelini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her üç markanın da Türkiye pazarında yüksek büyüme potansiyeline sahip olduğunu düşünüyoruz. Kısa vadede, markaların toplam cirosunu %50 oranında artırmayı hedefliyoruz.

Türkiye pazarı; Avrupa ülkelerinden farklı dinamiklere, regülasyonlara ve operasyonel zorluklara sahip. Bu nedenle, tüketici alışkanlıklarını yakından izlemek büyük önem taşıyor. Son yıllarda, alışveriş alışkanlıklarında fiziksel mağazalardan e-ticaret platformlarına belirgin bir kayış gözlemliyoruz. Ancak Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, hem geleneksel perakendede hem de dijital platformlarda hâlâ önemli fırsatlar mevcut.

GUP Generation olarak, global markaların Türkiye’deki büyüme yolculuğuna liderlik etmekten büyük gurur duyuyoruz. Bu iş birliği yalnızca bir ticari başarı hikâyesi değil, aynı zamanda vizyon ve cesaretin somut bir göstergesi. 

Yurt dışıyla kıyasladığımız zaman Türkiye’deki tüketicilerin ihtiyaçları, istekleri nasıl değişiyor?

Türkiye çok genç nüfusa sahip olduğu için bütün markaların ilgisini çeken bir ülke. %40’ın üzerinde genç bir nüfusa sahip. Türkiye’de talep çok nadir düşüyor. Küçük ev aletlerinde ve kişisel bakım ürünlerinde düşme bile bir artışla sonuçlanıyor.

Türk tüketicisi kararlı ve oldukça net. Eğer bir sahip olma arzusuna sahipse ve gördüyse o ürünü direkt harekete geçiyor. Beklemek Türk tüketicisi için geçerli olan bir şey değil.

Türk tüketicisi kullandığı ürünleri ve teknolojiyi değiştirmeye de çok odaklı. Avrupa ülkelerinde ürünleri değiştirme sıklığı 6-7 yılken Türkiye’de bu 3-4 yıl gibi bir frekansa düşüyor. Daha hızlı ürünlerimizi yeniliyoruz ve bu pazarın daha dinamik dönmesine sebep oluyor.

Türk tüketicisinin teknolojiye yaklaşımında çok ilginç bir özellik var. Satın alma kararlarını vermede ihtiyaç analizi yapmak yerine “premium arayışı” öne çıkıyor. En üstü, en iyisi, en yenisi her zaman öncelikli tercih. Pazarda ürün segmentleri giriş, orta ve üst seviye diye ayrılsa da Türk tüketicisi hemen hemen her zaman üst segment ürünleri hedefliyor.

Türk tüketicisinin teknolojiye yaklaşımı nasıl?

Bu yaklaşım özellikle teknoloji ürünlerinde çok belirgin. Tüketiciler yeni teknolojileri yakından takip ediyor ve en güncel özelliklere sahip olmak istiyor. Sonuç olarak da çok hızlı değiştirme döngülerine giriyoruz: bilgisayarlarda bu süre 1,5 yıla kadar düşerken, telefonlarda 6-8 ayda bir yenileme ihtiyacı duyulabiliyor.

Avrupa tüketicisinden bizi ayıran en önemli fark bu noktada ortaya çıkıyor. Avrupa’da dağılım daha homojen – herkes ihtiyacına ve bütçesine göre karar veriyor. Bizde ise “en iyisine sahip olma” motivasyonu çok güçlü.

Sosyal medyanın ve özel günlerin satışlara etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de sosyal medya çok aktif. Türk tüketicisi arzularının peşinden gittiği için gördüğü bir şeyden etkilenip satın almaya tetiklenmesi çok kolay. Sosyal medyada influencerlar ürünleri çok güzel anlatıyor. Nasıl kullanacağımızı, kolay olup olmadığını gösteriyorlar. 30 saniyede “bu böyleymiş, ben bunu aldığımda konfor sağlıyorum” deyip bir tıkla o ürüne sahip olabiliyorsunuz. Online platformların ve sosyal medyanın pazardaki yeri çok yüksek ve yadsınamayacak derecede.

Özel günler tarafında ise bence Avrupa’dan farklı hareket ediyoruz. Avrupa ülkelerinde Black Friday gibi kampanyalar senede bir-iki gün değerlendirilirken, biz Türkiye’de bazı ürün gruplarında her hafta kampanya görüyoruz. Yılda 52 kez kampanya olabiliyor. Bu durum özel günlerin etkisini azaltıyor. Tüketici hangi dönemdeki fiyatın en uygun olduğunu anlayamıyor. Anneler Günü, Babalar Günü kampanyalarının etkisi 3-4 yıl öncesine kıyasla yarı yarıya düşmüş durumda.

Türkiye pazarının avantajları ve dezavantajları neler?

Çok dezavantaj görmüyorum. Markaların istediği satışlarını artırmak, tüketiciyle buluşmak. Türk tüketicisinin her şeye duyarlı, ilgili olması, incelemesi, öğrenmeye çalışması, sahip olmak istemesi büyük avantaj. Sıcak Akdeniz insanı olmamızla heyecanımız yüksek. Genç nüfusun olması bu ilginin yüksek olmasının en büyük sebeplerinden biri. Sürekli öğrenmeye aç, yeni şeyler deneyimlemeye aç bir kitlenin yeni teknolojiyi takip etmesi çok doğal.

Belki tek negatif etki ekonomik durum olabilir. Genç kitlenin kendi ekonomik özgürlüğünü kazanması, iş bulması, para kazanıp bunu hobilerine entegre etmesi önemli. Daha fazla iş fırsatının genç arkadaşlara sunulması Türkiye’deki ekonomi ve pazarın dönüşü açısından çok önemli bir etken.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir