İçerikçi olarak başladığım kariyerime aslında unvanlar değişse etse de yine içerikçi olarak devam ediyorum. Pazarlamanın 4P’si, 5C’si, 360’ı diye ayırmaya çalışsak da günün sonunda 4 köşesi içeriklerle dolu bir ada diyebilirim. Daha önce B2B markalarım olmuştu. Kenarından köşesinden içerik oluşturmakla gecen sabahın bir B2B marka olması arasında sıra dağlar kadar fark varmış.
Başlığı Teknoloji Pazarlamasında Geçen 1 Yılda Neler Öğrendim diye attım çünkü gün 1’den başlayan öğrenme maratonu son güne kadar devam edecek bunu hepimiz biliyoruz. Benim gibi öğrenme obsesyonu olan iletişimciler için bu durum keyifli hal alırken, unvanına sıkı sıkıya bağlanan ve bıraksan aynı işi yıllarca daha yapmaya devam edecek olanlar için zul haline gelecektir.
Ne yalan söyleyeyim geçmişte beni en çok eğlendiren ve manipule eden (milyon dolarlık bir marka için çalışırken neden insanın her şeyin ama her şeyin en özelini hak ettiğini anlatıp, çıkışta metrobüse binmek) lüks pazarlaması olsa da, teknoloji pazarlaması bir de üzerine Türk teknolojisi pazarlaması insana ayrı bir haz veriyor. İşin içine ister istemez milli duygular karışıyor. Normalde milli duygularımı çok paylaşan biri olmamama rağmen sürekli gol yediğimiz bir alanda bunun için er meydanına çıkmak insana başka misyonlar da yüklüyor. Özellikle ürününüzün global rakibine sağladığı üstünlüğünde Eurovision şarkı yarışmasındaymışcasına seviniyorsunuz. Bir bayrağınız elinizde eksik. Sevinç aynı sevinç.
Şüphesiz bir gerçek var ki Türkler ve teknoloji yan yana çok sık gelmeyen, geldiğinde ise bir şekilde mizaha bulanan bir durum ortaya çıkarıyor. Elinde etli ekmek tutan robotları bu yüzden affetmiyorum. Teknoloji üretiyoruz dedikten sonra ‘’Biz de onlar kadar’’ diye ek bir betimleme ihtiyacı duyuyoruz ya da fazla tevazu sahibi oluyoruz. Bugün marka danışmanlarının hepsinin ortak söylediği argüman ‘’Türkiye’den bir Facebook çıkmaz’’ iken asıl mücadelemizin uzaklarda değil baya yanıbaşımızda olduğunu anlıyoruz. Bu arada neden illa bizden bir Facebook çıksın onu da anlamış değilim.
Memlekette çok yanlış anlaşılan bir diğer konu ise Teknoloji üreticisi ile teknoloji tedarikçisi (bayisi vb.) olmanın birbirinden çok ayrı şeyler olduğudur. Hudut dışından teknolojiyi buraya getirip üzerinden komisyon alan da teknoloji şirketiyim diyor, tüm yazılım ve donanımı kendi üreten de teknoloji şirketiyim diyor.
Bizim tarafta ortalık savaş alanı. Memleketin en büyük holdinglerinin doğurduğu teknoloji şirketleriyle, start-uplar arasındaki hacim farkı dramatik olarak gözümüze sokuluyor. Bu işin fıtratında ya sağlam bir yatırımla hayata başlayacaksın ya da belli bir yere gelip yine sağlam bir satIn alınmayla ‘’exit’’ yapacaksın. Adam aldığı yatırımın ROI’sini mi düşünsün, yoksa oturup bir de bunun pazarlamasıyla mı uğraşsın diye diye teknoloji alanında markalaşan (ismi yeter holdinglerin kuyruğu şirketler dışında) bir şirket duymamış oluyoruz.
İşte bu noktada bundan 1 sene önce şahsi idealistliğimle benzer ideallerle kafayı bozmuş birileri ile tanıştım. Tanışmak güzeldi, heyecanlıydı ama son 1 sene çok çetin geçti. Ufak ufak notlarla size anlatacağım.
Pazarlama satış değildir, PR da değildir diye anlatmaya başlamak.
B2C markalarda bile bu yer yer karışırken B2B ‘de bunu bir güruha anlatmak elbette zordu. Bu konuda şahsen yönetim tarafında rahat nefes alırken teknik insanlarla dolu bir güruha yaptıklarınızı tek tek açıklamanız gerekiyor. İlk birkaç ay neden şirketin adını böyle yazmalıyız neden Linkedin’de unvanlarımızı şöyle yazmalıyız ya da yeni stratejinizce neden tasarımlarımız daha öncekilerden daha farklı gibi maddeleri yer yer bireysel yer yer topluca anlatmak gerekti.
Ortak hedef belirleme ve markaya sahip çıkmak için Luther King’cilik oynamak
Attığınız her adımı daha öncekinden daha fazla süren argümanlarla belki de defalarca açıklayarak marka için ne yapmaya çalıştığınızı anlatmak çok önemli. Bütün bunları yaparken pazarlamanın sadece bir kişiye (gerçi bizim departman 6 kişi) bırakılmayacak kadar önemli bir konu olduğunu finanstan, hukuk’a, yazılımdan, insan kaynaklarına hatta belki de sizin dirsek temasınızın en sık olduğu satış departmanına anlatıp kurmaya çalıştığınız sistem için onlardan da kolluk kuvveti olmalarını istemek gerekiyor.
Bu kolluk kuvveti durumu sadece sosyal medyadaki postlarınızı paylaşmalarını istemek değil, markaya hizmet edecek her türlü müşteri ilişkileri diyaloglarından, departman özelinde içerik oluşturmaları (fazladan mesai istiyorsunuz bu hiç kolay değil) hatta C level’ların Linkedin paylaşımlarına kadar müdahale etmekten bahsediyorum. İşbirliği çok önemli fakat sizi anlayarak ve inanarak işbirliği yapmaları çok çok daha önemli. Nihayetinde insanlar inandıkları bir şey için savaşırlar.
Dijital pazarlama mı? Orada bir dur.
Tatlı tatlı ajansımızı seçtik, hedeflerimizi, ürünlerimizi anlattık. Çılgınlar gibi metin ve görseller çalıştık Hala ben o formu doldurmadım diyen takipçiler mi dersiniz yoksa yitip giden dijital bütçelere mi yanarsınız? Koca bir sene hangi mecra, hangi ürün, hangi içerik diye koşturduk durduk. Şimdi yeni meyvelerini toplamaya başladık ama az hırpalanmadık. Teknoloji pazarlamasında (yazılım ve donanım & B2B ) ezbere konuşamayacağınız en yegane taraf dijitaldir.
Daha önceki hızlı fethedilen kaleler teknoloji pazarlamasında size fragman olarak geliyor.
Bütçemiz kısıtlıydı ajitasyonuna girmeden pazarlamacı egonuzu kapıda bırakmanız gereken bir sektördür teknoloji. Global rakiplerden önce pazarda Türk yazılımcıların ürünü dediğinizde bile bir direnç gördüğünüz durumdan bahsediyorum. Enver Paşa’nın Alman hayranlığı hala devam ediyor. Yerli ve milli diye paketlenmeye çalışılan ama özünde gerçekten rakiplerine üstünlük kuran ürünleriniz için yer yer FMCG pazarlama argümanları geliştirmeniz gerekiyor. Hele ki SAAS (Software As A Service) yani yazılımın Netflix’i diye anlatmaya çalıştığınız bir ürün gamınız varsa hedef kitlenize kırk takla atarak ulaşmanız ve kendinizi anlatmanız mümkün. Influencer marketing mi? Bize çok uzak bir kavram.
Basın ilişkileri?
Parayı basanın advetorial olarak yer bulduğu mecralara yaptığınız işi anlatmak kolay olmuyor. Hele ki binbir zahmet kurmaya çalıştığınız ilişkilerdeki favor’lar için markanızı ikna etmek en zoru.. Bakın bu önemli, bakın bu gerekli deseniz de ‘’biz niye iyi olduğumuz bir şey için bu kadar fedakarlık yapalım ki?’’ diyen yöneticiniz karşısındaki çaresizliğinizi düşünün. Şimdi onu 5’le çarpın. Basında marka bilinirliği inşaa etmek daha öncekinden daha zor hale geldi bunda hemfikiriz. Dijital gibi sonucunu hızlı görebildiğiniz bir mecra olmayan basın kanadındaki dönüşler için sabırlı olmalısınız.
Biraz da iyi şeylerden bahsedelim
Sizin daha önce arşın arşın geçtiğiniz yollar size kartpostalda görünse de, ben artık anlatılmayan bir hikayeyi anlatmak istiyorum dediğinizde ve başardığınızda bunun tatmini daha öncekilere hiç benzemiyor.Hele ki çikolata, ütü veya uçak bileti pazarlamaya çalışmaktansa memleketin hep gol yediği bir alanda derdinizi anlatıp karşılığını görüyorsanız bu sizi bir ayrı mutlu ve tatmin ediyor. Teknoloji pazarlaması zor. Ana markayı planlamakla, ürün özelinde lokal ve global planlama yapmak daha da zor. Hiç olmadığınız kadar idealist olmanız gerekebiliyor. İdeallerinize uygun sektörler, ideallerinizi paylaşacak şirketler bulmanız dileğiyle…
Tchau!
1 yorum