İlk paganlar, ilkeller (!) ne güzel elinin yettiğini topluyor, taşıyla vurduğunu avlıyormuş. Coğrafyayı sınırlarla bölmek, asker beslemek, ruhban sınıfı beslemek zorunda kalmamalarının nedeni de bu. Artı değer oluşturacak bir ekonomik denklem olmadığı için savaşmak, inandırmak (savaştırmak için gerekli) korumak, artanı satmak, muhasebesini tutmak zorunda değillerdi.
bu angaryalardan kurtuldukları için de şenlikli, şölenli bir hayat yaşıyorlardı. Kadın erkek eşitti. Doğacı bir yaklaşımları vardı. Bizim ilkel dememize karşın çok daha rafine bir hayat yaşıyorlardı. Gün batımı, yeni toplanmış üzümler, böğürtlenler, ılık bir akşam rüzgarı, yerini asfalt yollara ve mazot kokusuna bıraktı. Bu acımasız dönüşüm Marx’ın çokça üzerinde durduğu artı değer.
Pazarlama stratejisti olarak işim daha fazla sattırmak. İşin profesyonel tarafı bu, ama artı değerin dünyayı acımasızca değiştirdiği de bir gerçek. Sabanın icadıyla başlayan bu dönüşüm, tüm yaşam biçimimizi değiştirdi.
Mal fazlasını korumak, depolamak, satmak, lojistiğini sağlamak gibi bir sürü iş çıktı. Bu da bürokrasiyi, organize dini ve kapitalizmi doğuran sonuçları tetikledi. Reklamcılık da bu furyada doğan işlerden birisi. Üretim biçiminin değişmesi tüm sosyolojiyi değiştirdi. Kadın ikinci plana atıldı, coğrafya sınırlara bölündü, fiziki harita sıcaklığını siyasi haritanın sevimsizliğine bıraktı.
Üzümü toplayıp ailesi ile kendi yaptığı müzik eşliğinde yiyen pagan, yerini üzümü toplayıp aracıya satan, sonra da onu marketten alan modern(!) bireye döndü.
Paganın ekonomisi yaşasaydı şöyle bir dünya olurdu,
Kadın erkek eşit olurdu, doğaya saygı üst düzeyde kalırdı, organik tarım kavramı çıkmazdı. Çünkü yediğimiz her şey doğanın mahsulü olurdu. Din savaşları olmazdı, ideoloji savaşları olmazdı. Pasaport olmazdı, vize olmazdı. Ama reklamcılık da olmazdı.
Hangisini tercih ederdiniz?
Pazar ola.
E-Bültenimize abone olun:[wysija_form id=”1″]