Dijital mecraların hayatımıza girmesiyle aslında iletişim alanında sınırlar ortadan kalktı, insanlar sürekli birbirleriyle iletişim halindeler, sürekli beraberler, her zaman konuşuyorlar… Sürekli bir bilgi sahibi olma, bilgi paylaşma, sürekle bir iletişim… Peki, insanlar bu kadar iletişim halindeyken neden hala kendilerini boşlukta hissediyorlar? Aslında bunun cevabını Logoterapi yaklaşımının kurucusu ve Varoluşçu Psikoterapi’nin öncü isimlerinden Viktor Emil Frankl ilk kez 1946 yılında yayınlanan İnsanın Anlam Arayışı kitabında ‘’Varoluşsak Boşluk’’ kavramıyla açıklıyor.
İnsanlar, Hayatına Anlam Katmak İsterler
Viktor Emil Frankl’e göre, modern çağın en önemli problemi insanın tarih öncesi çağlardan kalma bazı iç güdülerini kaybetmesi ve modernite ile başlayan ve gelişen sanayileşmiş toplum dönemi ile insan sadece arzulamak ve tüketmeye yönelmesiydi. Bu öyle bir durumdu ki, artık modern zamanlarda insan ya diğer insanların yaptığı şeyleri yapacak ya da diğer insanların kendisinden yapmasını istedikleri şeyleri yapacaktı. Ayrıca, ilerleyen otomasyon ve teknoloji ile birlikte insanın artık eskisine göre daha fazla boş zamanı vardı. Bu durum insanın giderek artan bir şekilde kendisini boşlukta hissetmesine sebep oluyordu. Yazarın belirttiğine göre, modern zamanlarda sık sık karşılaştığımız tatil depresyonunu ve pazar günü nevrozu gibi problemlerin kökeninde de bu Varoluşsal Boşluk yatmaktaydı. İnsanlar bu Varoluşsal Boşluk içerisindeyken bu durumunu gizlemek için de para takıntısı, güç takıntısı gibi maskelere başvurmaktaydı. Yani; insan aslında bir boşluktaydı ve kendisinin bu yaşam süresi içerisinde ne için yaşadığını keşfetmek istiyordu. İnsan bu keşfi yaparken de gerçekleri kendi ruhumda veya iç dünyasında değil kendi hayatında karşılaştığı zorluklardan deneyimleyerek ortaya çıkartmalıydı. Böylece, yaşamın anlamını bulabilecekti.
Markaların da Anlamları Vardır
Aslında markalar da tüketicilerin gözünde belli başlı anlamlara sahiptirler. Bazıları, tüketicini zihninde ifade ettiği sembolik anlamları kendileri aşılamışken, bazıları da tüketicinin onlara atfettikleri anlamlar ile özdeşleşmişlerdir. Örneğin; Facebook’un varoluş amacını belirten misyon açıklamasında insanların paylaşımlar yapmasını sağlayarak, birbirine daha bağlı ve sürekli iletişim halinde olan insanlardan oluşan bir sosyal ağ yaratmayı hedeflediği görülmektedir. Nitekim, insanların da bugün Facebook’u kullanma amaçlarına baktığımızda tam olarak, Facebook’un misyonun da belirttiği gibi olduğunu görürüz. Birçok insan, Facebook üzerinden eski arkadaşlarını bulmakta, paylaşımlar yapmakta ve yeni kişiler ile tanışmaktadır. Instagram’da ise olay değişmektedir. Instagram’ın ise varoluş ama daha çok kullanıcılar tarafından belirlenmiştir. Instagram, insanların mutlu anılarını paylaştığı bir çeşit anı defteri olarak işlev görmektedir. Ancak, markalar ile bağ kuran insanlar açısından baktığımızda görülmektedir ki her iki markanın da insanlara kattığı değerler vardır.
Markalar, Varoluşsal Boşluğumuzu Doldurmaya Yardım Ederler
İnsanın anlam arayışı yolculuğu sırasında aslında yukarıdaki örneklerde görüldüğü gibi arkalarda insanlar için bir takım anlamlar ifade etmekte ve insanların yaşamın anlamını keşfetme yolculuğunda onlara destek olan birer araç olarak kullanılmaktadırlar. 30 yaşında, hırslı, plazada çalışan, yoğun rekabet altında olan, gün boyu sürekli oturan bir insan profili hayal edelim. Bu kişinin, hayatında karşısına çıkan fırsatlar aracılığıyla hayatına anlam katan en önemli şeyin de başarılı bir kariyer olduğunu düşünelim. Facebook’ta yaptığı paylaşımlar ile bu kişi klasik hafta sonu yalnızlığından kurtulup yeni insanlar tanıyabileceği veya eskiden bağ kurduğu insanlar ile yeniden buluşarak networkünü geliştirebileceği yeni bir dünyayı ifade etmektedir. Linkedin, bu kişi için yoğun rekabetin olduğu iş dünyasında profesyonel dünyadan bilgiler almak, kariyeri için kendisini öne çıkartabilecek profesyonel bağlar kurarak, yüksek mertebedeki kişilere ulaşmak anlamı taşımaktadır. Twitter, bu kişi için gündemdeki haberleri takip ederek, dünyada neler olup bittiğini anlama platformu iken, Instagram bu kişi için her baktığında tekrar tekrar mutlu olduğu ve bunu arkadaşlarınla da paylaştığı bir anı defterini temsil etmektedir. Profesyonel hayatta sürekli oturduğu için MAC ve MACfit markaları bu kişi için daha sağlıklı ve estetik bir vücut anlamına gelmektedir, aynı şekilde son derece hırslı olan bu kişi için Redbull, dayanılmaz rekabette ona enerji verip kanatlandırırken, giydiği Adidas ayakkabılar rekabette kalıcı olmak için yere sağlam basması gerektiğinin göstergesi olarak karşımıza çıkar.
Sonuç olarak, tüketiciler sadece bir ürün almamaktadır, onlar, hayatlarının anlamını bulma ve hayat amaçlarına ulaşma yolculukları için markaları seçerken kendilerine birer yoldaş aramaktadırlar. Aslında tüketiciler bize kısaca şunu demek istiyorlar, biz sadece mal alan bir alıcı olarak değiliz. Bizler, kendi yolunu çizmeye çalışan, hayatının anlamını sorgulayan ve bunu keşfetmeye çalışan insanlarız. İşte, markalar bu hakikati gördükleri ölçüde de başarılı olacaklardır.
Harika bir yazı bilgi ve araştırmalarının devamını bekliyorum. Tebrik ederim