Başlığın biraz iddialı olduğunun farkındayım. Biraz sabır açıklayacağım.
Kristal Elma Reklamcılık Ödülleri’nin 26.’sını geride bıraktık. Geçtiğimiz yıl, tek gecelik ödül töreni formatından birkaç güne yayılan, fikir önderleri tarafından verilen seminer ve panellerle zenginleştirilen, Bölgesel Reklam Ödülleri ve Dijital Platformların da dahil olduğu bir festivale dönüştürülmüştü. Bu dönüşüm kararı alındığı ilk zamanlar, müzmin muhalif kesimlerden “olur mu canım öyle şey, sektör o kadar da büyük değil ki, dünyaca ünlü kreatifler bölgesel bir festivalciğe niye gelsin” sesleri cılız da olsa çıkmıştı. 17-19 Eylül tarihleri arasında gerçekleşen 26. Kristal Elma’nın başarısı, bu sesleri artık duymayacağımızın garantisi gibi.
Kristal Elma’ya bu kadar güzelleme yeter. Şimdi iddialı başlığımıza dönelim. Kristal Elma Festivali’nin, rol modelinin Cannes Lions olduğu gerçeğini sanırım hepimiz farkındayız. Birkaç güne yayılan festival süresi, dünyaca ünlü katılımcılar, farklı mecraların farklı günlerde ödüllendirilmesi bize bu konuda fikir veriyor. Tabii ki hiçbir zaman Cannes Lions olamayacağız. Ama atılan adımlar Türkiye’nin reklamcılığı için çok ümit verici. Basın, TV ve Outdoor ödüllerinin dağıtıldığı perşembe gecesi Reklamcılar Derneği Başkanı Alper Üner ilk iki gün itibariyle yaklaşık 7500 kişinin festivali ziyaret ettiğini ifade etti. Bu rakam Kristal Elma’yı en kalabalık ikinci reklam festivali konumuna taşıyor. Cannes Lions’u geçebilmek asla mümkün olmayacağına göre, bulunduğumuz yer gayet iyi.
Kristal Elma’yı, Cannes Lions’a haddimizi aşmadan kıyaslarken en önemli kriterin ödüllendirilen işler ve o işlerin Cannes Lions’taki başarısı olduğunu unutmamak gerekiyor. Karpat Polat, Kurtcebe Turgul, İlkay Gürpınar, Ayşe Bali, Volkan Karakaşoğlu, Kerem Özkurt, Can Faga, Alemşah Öztürk gibi kreatif liderlerin önderliğindeki Türk reklamcılar, son yıllarda birçok ödül almayı başardı. Kristal Elma’da rekabet sertleştikçe, Cannes Lions’ta daha çok ödül alacağımız da kesin görünüyor. Ama aynı zamanda şunu da hatırlamak gerekiyor: Türkiye’de ödül alan işler genellikle orada shortlist ya da bronze’da kalıyor. Bunu değiştirmek canla başla çalışan reklamcıların tek başlarına kurtarabilecekleri bir iş değil.
Burada konu reklamverenlere geliyor. İlk olarak günlük işlerde temcit pilavı yollardan gitmek yerine, yeni bir şeyler görmeyi isteyebilirler. Evet, evet… Bunları kendileri talep edebilirler. Böylelikle işin kalitesi günlük işlerden başlayarak yükselir. Ajanstan gelen her alternatif uçsun kaçsın demiyorum. Ama en azından bir alternatifte reklamcıların yeteneklerini göstermelerine izin verilsin. Sert başlıklar mı, yeni tarz bir illüstrasyon mu, sivri bir fikir mi? Yaratıcılığı tetikleyecek işler için ekonomiyi canlandıran önermeyi hatırlayalım: Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler…
Reklamcıların hevesle bitirdikleri iş genellikle reklamcıların portfolyolarından çok reklamverenlerin işine yarıyor. Hele de sosyal medyada paylaşma çılgınlığı yaşanırken. Reklamverenler, sadece bir brief’te ajansınıza şunu söylese, “bu ilanda/filmde/dijital kampanyada karar verici siz olsaydınız nasıl bir iş yayınlardınız”. Ortaya çıkan sonuçların o ajansların gerçek yaratıcılık seviyesi olacağından eminim.
Son olarak ödüllere gelelim. “Jüride adamın varsa”… “ama zaten hep aynı ajanslar alıyor…” Cümleler ne kadar tanıdık değil mi? Jüriyi boş verelim, isimler değişir. Anlayış değişmez. Anlayış derken yaratıcı işi seçme anlayışından değil, yaratıcı işe ulaşmak için verilen emekten bahsediyorum. Evet hep aynı ajanslar ödül alıyor. Çünkü hep aynı ajanslar herkesten fazla çalışıyor. Geçtiğimiz 10 yılda, TBWA’den daha fazla çalışan, daha fazla ter döken, daha fazla ödül kazanmak için gecesini gündüzüne katan bir ajans var mı? Ya da Medina Turgul DDB kadar konsantre çalışan… Karpat Polat ve ekibinden söz etmeye gerek yok. İsimler artırılabilir. Ufak tefek soru işaretleri, saçmalıklar veya acabalar Golden Drum’da, New York Festival’de de hatta Cannes Lions’ta da oluyor. Bakınız Cannes’a benzemişiz işte…