Hayatımızda Neden Hikayeler Olmalı

Çoğumuz ilham kelimesini yanlış anlıyoruz. Hep başkalarının bize sunduğu bir armağan olarak düşünüyoruz. İlham kelimesinin kaynağında yeni bir şeyler ortaya çıkarmak için kendimizi tetikleyecek yeni bir güç bulma gerçeği yatar. Önemli olan bunu görebilmek için kendinizden öte diğer insanlar için ne anlam ifade edeceğini bilmemiz gerekir. Yaratıcı olmak ortaya fayda sağlayan yenilikler çıkarılmasını sağlamaktır. Bazen bir konuda karar verirken veya bir şeyin nasıl ortaya çıktığını anlamak için bilimsel verilere ihtiyaç duyarız, aslında bu doğru bir yolken bazen de hayatın içinde yer alan gerçekleri anlatabilmek için hikayelere ihtiyaç duyarız. Eğer bilimsel gerçeklerle anlatmak istediklerimizi hikayelerle ifade edersek ikna etmek ve akılda kalmak her zaman daha kolay olur.

Forbes’daki Brent Dykes makalelerinden birinde karşılaştığım bir hikaye ve bu hikaye sonrası kazanımların yer aldığı paylaşımları sizin için bir araya getirdim. Hazırsanız başlayalım;

Ignaz Semmelweis tanınmış bir isim olmasa da yaptığı çalışmalardan bugün hâlâ çok sayıda kişinin hayatına değer katıyor. Macaristan’ın Buda (bugünkü Budapeşte) kentinde doğan Semmelweis tıp eğitimini 1844’te Viyana Üniversitesi’nde tamamladı. Semmelweis 1846’da Viyana Hastanesinin 1. Kadın Doğum Kliniğinde bir profesörün asistanı olarak işe başladı. Orada çalışırken korkunç bir gerçekle karşılaştı: Klinikte doğum yapan kadınların yüzde 13’ünden fazlası lohusalık humması olarak bilinen ateşli bir hastalıktan ölüyordu.

Bu esrarengiz hastalığın nedeni hakkında çeşitli teoriler ortaya atılmış ancak bunlardan hiçbiri işe yaramamıştı. Ölüm oranını düşürmek için yapılan girişimlerin hepsi sonuçsuz kalmıştı. Bunca annenin acı çekerek yavaş yavaş ölmesi Semmelweis’ı hastalığın sebebini bulmaya ve bu hastalığı önlemeye yöneltti.

Semmelweis’ın çalıştığı hastanede iki kadın doğum kliniği vardı ve ilginç olarak anne ölüm oranı birinci klinikte ikincisinden çok daha yüksekti. İki klinik arasındaki tek fark birincisinde tıp öğrencilerinin, ikincisinde ise ebelerin eğitim görmesiydi. Acaba ölüm oranları neden bu kadar farklıydı? Semmelweis bunu araştırırken hastalığa yol açabilecek etkenleri sistematik biçimde eledi, fakat hastalığın esrarlı kaynağına bir türlü ulaşamıyordu.

Semmelweis 1847 yılının başlarında çok önemli bir ipucuyla karşılaştı. Meslektaşı ve arkadaşı Jakob Kolletschka, bir kadavrayı incelerken aldığı yara sonucunda kan zehirlenmesinden öldü. Semmelweis, Kolletschka’nın otopsi raporunu okurken, bulguların bazı yönlerden lohusalık humması kurbanlarınınkine çok benzediğini fark etti. Bunun üzerine, kadavralarda bulunan ve “zehir” diye adlandırdığı maddelerin klinikteki hamilelere bulaşıp lohusalık hummasına neden olduğu ihtimali üzerinde durdu.  Genellikle otopsiden çıktıktan sonra doğum kliniğine giden doktorlar ve tıp öğrencileri, muayene ya da doğum sırasında bu hastalığı istemeden anne adaylarına geçirmişlerdi! İkinci klinikteki ölümler daha azdı, çünkü ebelik eğitimi alanlar otopsiye girmiyordu.

Semmelweis hemen sıkı bir el yıkama uygulaması başlattı; bu uygulamada hamile kadınların muayenesinden önce eller klorlu kireç içeren bir suyla sterilize ediliyordu. Sonuçlar çok çarpıcıydı: Nisan ayında yüzde 18,27 olan ölüm oranı yıl sonunda yüzde 0,19’a düşmüştü.

Ne var ki, Semmelweis’ın başarısı herkesi memnun etmedi. Elde ettiği sonuçlarla, klinik şefinin lohusalık hummasıyla ilgili savunduğu teorilere meydan okumuş oluyordu. Üstelik şefi Semmelweis’ın ısrarcı tavrını rahatsız edici buluyor ve bunu sürekli dile getiriyordu. Sonunda Semmelweis Viyana’daki işini kaybetti ve Macaristan’a döndü. Peşte’de bulunan St. Rochus Hastanesindeki kadın doğum servisinin başına getirildi ve orada kendi yöntemlerini uygulayarak lohusalık hummasından kaynaklanan ölümleri yüzde 1’in altına düşürdü.

Semmelweis 1861’de en önemli eseri olan The Cause, Concept, and Prophylaxis of Childbed Fever (Lohusalık Hummasının Nedenleri, Anlaşılması ve Korunma Yolları) adlı kitabını yayımladı. Ne yazık ki onun bulguları ancak yıllar sonra kabul gördü. Ve o zamana dek, aslında kurtarılabilecek olan sayısız hayat maalesef kaybedildi.

Semmelweis geç de olsa modern antiseptik yöntemlerinin fikir babalarından biri olarak kabul edildi. Çalışmaları, mikroskobik maddelerin hastalıklara yol açabileceğinin saptanmasında önemli bir paya sahip oldu. Semmelweis, germ teorisi tarihindeki isimlerden biridir; bu teorinin “modern tıp bilimi ve uygulamalarına en fazla katkısı olan teori” olduğu söylenir.

İşte burada hikâye anlatmanın önemi ve gücü devreye giriyor.

Semmelweis, el yıkama politikasının neden işe yaradığını bilimsel olarak ispatlayamamış bu durum kimyager Louis Pasteur 1860’lı yılların ortalarında hastalık mikrobu teorisini keşfedene kadar sürmüştür. Doktorların ellerini yıkama yaklaşımının işe yaradığını gösteren istatistiksel veriler 18 aydan uzun sürdü ve bu uygulamalar binlerce anne ve babanın hayatının altüst olmasında bebeklerin kurtarılmasında çok önemli veriler sağladı.

Semmelweis’in keşfi kabul edilmediği gibi tıp camiası tarafından da ağır eleştirilere maruz kaldı. Semmelweis’in meslektaşları çocukların ve kadınların küçücük bir yöntem olan el yıkama sayesinde hayatlarının kurtulabileceğini bir türlü kabul etmediler.

Semmelweis, Budapeşte’ye geri döndü. Teorisine, tıp fakültelerinde ve Avrupa’daki tıbbi yayınlarda açıkça saldırıya uğramış halini izlemekle yetinmekten başka bir şey yapmadı çünkü kendini ifade edecek kadar iletişim konusunda eksikleri vardı.

Peki biz Semmelweis’in deneyiminden neler öğrenebiliriz?

Semmelweis’in çalışmalarının sonucunda üç temel kriterle karşılaşırız. – doğru, değerli ve uygulanabilir- sonuçta hayatının sonuna kadar uğrunda çaba verdiği bu üç temel değer kabul görmemiştir. Macar Hekim’in, tek sorunu iletişimsizlikti. Semmelweis’in fikirlerini daha etkin bir şekilde ortaya çıkarmasını ve kendini ifade etmesini engelleyen üç sorun vardı.

  1. Zamanlama ve Sadelik

Semmelweis’ın, 1861’de tamamladığı çalışmalarını resmi olarak yayınlaması 14 yıl aldı (The Childrene Ateş Etiyolojisi, Konsepti ve Profilaksisi). Bu zamana kadar yapılan bu çalışma, meslektaşları ve öğrencileri tarafından ilerleyen yıllarda kabul gördükten sonra sürekli paylaşıldı. Ama ne var ki, ilk başlarda meslektaşları ve öğrencileri çoğu zaman Semmelweis’in iddialarını yanlış yorumlamış ve yanlış beyan etmiş ve birçok doğum uzmanının bunları reddetmesine ve bu tezleri çürütmesine neden olmuştur. Bunun nedenlerinin başında gelen tek şey ise yine iletişimsizlikti. Kendini ifade edememesi ve bunu dile getirememesiydi.

Buradan çıkarılacak hikâye: İşiniz için önemli olan fikirlere sahipseniz, onları zamanında açıkça bilgilendirmekle yükümlüsünüz. Semmelweis çok uzun süre bekledi ve diğerlerinin geçen zaman içerisinde ki düşüncelerini değiştiremedi. Bu sebeple üzerinde çalıştığınız her konuda toplumun yararına olacağına inandığınız çalışmalarda meslektaşlarınızın fikir ve görüşlerini alın. Bu size iletişimin gücü olarak geri döner.

 

  1. İzleyici ve Bilginin Laneti

Semmelweis, bilginin aydınlığı altına giren egoları yüksek insanlarda ortaya çıkan ortak bir rahatsızlığa kurban gitti- bilginin laneti. Semmelweis, tıp camiasının basit el yıkama tavsiyesini neden kabul etmediğini bir türlü anlayamadı. Meslektaşlarına ve öğrencilerine ortak bir zemin oluşturmaya çalışmak yerine, sabırsızlaştı ve kendisini eleştirenlere hakaret etti; böylece etkilemek istediği insanlardan kendisini uzaklaştırdı ve kaybetti.

Buradan çıkarılacak hikâye: Kitlenizi tanıyın ve onların var olan tutum ve inançlarını anlamaya çalışın. Kendinizi ifade edecek kelimeler bulun. Sizin ne söylediğiniz değil karşınızdakinin ne aldığı sözünü asla unutmayın.

 

  1. Anlatımda Duyguyu Dile Getirirın

Semmelweis’in yaptığı en büyük hatalarından birisi, çalışmalarını kanıtlayacak hikâye anlatamamasından kaynaklanıyordu. İlginç istatistikler tek başına şüpheci zihinleri ikna etmez. Hayatın sadece istatistiklerden ve bilimsel gerçeklerden oluştuğunu düşünen doktor, kendi gerçeklerini meslektaşları ile duygusal düzeyde birleştiren zorlayıcı ve insanları harekete geçiren bir hikâyeye dönüştürme fırsatını kaçırdı. Anne olan kadın doğum doktorları ile arasında bir bağ kurabilseydi en azından belirli bir kesimin dikkatini çekecek ve kendi fikrinin onlar tarafından benimsenmesini sağlayacaktı.

Buradan çıkarılacak hikâye: Başarılarınızı değerlendirmek için sadece mantık ve istatistiklere güvenmeyin. Kararlar duygularla alınır mantık ile açıklanır. Her anlattığınız konun içinde mutlaka duyguya dokunan ve insanları harekete geçiren hikâyeleriniz olsun.

1 yorum
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir