“ Doğru insanları işe alıp, yeterince büyük hayaller kurarsanız, nihayetinde hayaller gerçekleşir”
Larry Page
Bugün dünya üzerindeki çoğu şirketin kurumsal yazınlarında “müşteri odaklılıktan” sıkça bahsedilir. Fakat bir şirketin müşteri odaklı olduğuna şirketin çalışanları bile inanmıyorsa bu söz ne yazık ki şirketin web sayfalarında “kurumsal” başlığı altında kalan bir karalamadan ibaret olacaktır. Neyse ki böyle bir kavramın varlığına hem kendisi inanan hem de bizleri inandıran – muhtemelen “müşteri odaklılık” kavramını arattığınızda ileride bizi birbirimizle bu yazıda buluşturacak- bir şirket var. Google!
Timaş Yayınları’nın akıcı bir çeviriyle (Cem Özdemir’e teşekkürler) bizlere armağan ettiği Google Nasıl Yönetiliyor (How Google Works) kitabı Google hakkında okuduğumuz kitaplardan daha farklı. Nesi farklı diye soracak olursanız, bu sefer “kaynaklar içeriden” demem sanırım yeterli olacaktır. Dijital çağda bir şirket nasıl yönetilir, içinde bulunduğumuz yüz yılda şirket nasıl yönetilir sorularının cevaplarını fazlasıyla bulacağınız bu kitapta Google yönetimindeki en önemli kişilerden birbirinden değerli tavsiyeleri okuyacak, belki de kendilerinin de kitabın sonunda dediği gibi işinize uyarlayacaksınız. Bu kitap hem Google’ın anlatıldığı hem de iş yönetimi için başvuru kaynağı olacak bir kitap. Kitabın her sayfasında Google içinde geçen örnek olaylardan tavsiyeler sunuluyor. Hem bu tavsiyeleri “özetlemeye çalışmak” hem de kitapların arka kapağında yer alan klasik kitap tanıtım yazıları yazmak yerine kitaptan çarpıcı örnekler eşliğinde bir yazı ile kitabın bazı bölümleri aşağıda sizlere sunuyor olacağım. Google İcra Heyeti Başkanı Eric Schmidt ve Google Kıdemli Başkan Yardımcısı Jonathan Rosenberg şirketin kültürünü bizlere anlatırken Google İletişim Direktörü Alan Eagle da bu anlatımın girişimciler,yöneticiler ve hayaller kurarak hedefleri peşinden koşan olan kişilere bir yol gösterici olmasını sağlıyor. Bir rüyanın ardından yurt odasında temelleri atılan bir start up’ın gelişim yolculuğundan bazı satır başlarını bu yazıda bulacaksınız, işte başlıyoruz.
Bir işveren olarak Google yetenekli insanları işe alıp onlara harika bir çalışma ortamı verip, iletişim amaçlı dizayn edilmiş kalabalık ofislerde, gerek iş anında, gerek kahve molalarında “Googler”ların harika işler çıkarabilmesine fırsat tanıyan bir şirket. Daha doğrusu Google’ın start-up’dan zirveye çıkış yolundaki temel yapı taşı kurum kültürüne daha en baştan eklenmiş, maaşı fazla olanın maaşı az olanı ezemediği herkesin fikrinin birbirinden iyi olunduğuna inanıldığı hatta kurucuların fikirlerinin bile eleştirildiği an “senin ne haddine” denilmeyen özgürlükçü yaklaşımdır. Ofis demişken değinmenin tam sırası:Google ofisleri çalışanların hem rahat etmeleri için hem de bir bakıma daima şirket içinde kalmaları için tasarlanmış vaziyette.
Müşteri odaklılığı laftan ibaret olmayan bir kavram olmaktan çıkaran Larry Page birkaç basit arama yaptıktan sonra “ Google’dan ne aradığı ile Google’dan ne bulduğu arasında bir bağıntı kuramayınca” kısacası karşılaştığı sonuçlar ve reklamlar alakasız olunca şirketin bir mola yerindeki panolara “BU REKLAMLAR REZALET” yazısını asar. İlginç kısım şu; L.Page kimseyle bunun için iletişime geçmiyor. Ne bir uyarı konuşması yapıyor ne dikkatleri toplayan e-mail atıyor ne de bu konu ile ilgili bir toplantı düzenliyor. Pano yakınlarında bilardo oynayan bir grup Googler bu yazıyı fark ediyor, haftasonu vakitlerini bu probleme ayırıyor ve bir Google ürünü olan AdWords’ün temellerinin atıldığı detaylı analiz ve sorunun çözümü birkaç gün sonra sabaha karşı Larry Page’e mail olarak gönderiliyor. Kitapta verilen bu örnekte kurum kültürünün ve şirket ruhunun Google için ne denli önemli olduğu bir kez daha vurgulanıyor.
Kitabın satır aralarında Google çalışanlarının kurum kültürü etkisiyle “neyi nasıl yapacaklarını bilen kişiler” olduklarından sıkça bahsediliyor hatta Google’da gününüzün kimlerle geçeceğine göre giyinme yaklaşımı hakimken, Google’ın kıyafet yönetmeliği hakkındaki soruya Eric Schmidt “bir şey giymek zorundasınız” cevabını veriyor.
Bu kitap bize Google’ı anlatırken aslında bir bir şirket nasıl yönetilir sorusuna da her yönden cevap veriyor ve bildiğimiz yönetim tarzlarını boşa çıkarıyor. Bir iş yapmaya kalkışırken, bir girişimin temellerini atarken veya girişiminizi daha iyi noktaya ulaştıracağına inandığınız hayallerinizi çevrenizle paylaşırken şu soruyu sıklıkla duyarsınız: “Planınız nedir?” veya “İş planınız nedir?”. Google’ın geleneksel iş planlarını reddedip günümüzün değişkenliğine uygun “değişimle değişen” planlarla yola devam ettiğini söylesem nasıl olur? Google “bir şekilde hallederizci” insanlardan; ama o işi gerçekten halleden insanlardan oluşuyor. Bu insanları kendileri şöyle açıklıyor “… Baş döndüren ortamda her koşula üstesinden gelebilecek kadar esnek.” Bu cümleden aslında Google geliştikçe planların da paralel olarak değiştiğinden, çalışanlarında bu “değişimlerle değişen” planlara rahatça uyduğunu hatta planlardaki kusurları bulup onları değiştirdiklerini anlayabiliyoruz.
Google Nasıl Yönetiliyor kitabını okurken çok verimli geçen bir “İnsan Kaynakları Yönetimi” dersi de alıyoruz. Bu derste Google’da işe alma sürecinin sadece İnsan Kaynakları Departmanı’nın tekelinde olmadığı “Google’da çalışan herkesin harika birini tanıyabileceği varsayımıyla” hareket edildiği ve işe alım sürecinde herkesin görev alabileceğine vurgu yapılıyor. Bu konu hakkında Larry Page şöyle diyor: “Herkes harika bir insan önerdiğinde – işe alım sürecine herkes dahil olduğunda- kalite de artar.” İnsan Kaynakları Yönetimi dersi aldığımız bu bölümde bir de mülakat konusuna değiniliyor. Adayın özgeçmişinin iyi okunması gerektiği, adayın Google’da aranması ve daha önce neler yaptıklarına bakılması gerektiğinin altı çiziliyor. En iyi mülakatlar iki arkadaş arasındaki entelektüel bir sohbet gibidir sözü ile adaylara yöneltilecek soruların adayı aşırı derecede strese sokmayacak ölçüde yapılması gerektiğinden bahsediliyor. Satır aralarında adaylara da bir tavsiyede bulunulmuş: Mülakatta soru sorun!
Şirketlerde hayati öneme sahip süreçler vardır. Şüphesiz bunların en önemlisi karar süreçleridir. Yazarlar kitapta karar süreçlerimizi de aydınlatıyor. Eric ve Jonathan Google toplantı salonlarında iki projektörün bulunduğunu birinin sunum için diğerinin de kararları destekleyecek “veriler” için kullanıldığından bahsediyor. “Bence” ile başlayan cümleler yerine iki ekrandan birinde yer alan verileri kullanarak bizlere mutabakatın gerçek anlamının altını çiziyorlar. Yukarıda Google’da herkesin bir fikre itiraz edebileceğinden bahsedilmişti. Bir toplantıda hiçbir görüş belirtilmeden herkesten evet oyu almak sizin muhteşem bir argümanınız olduğunu değil etrafınızda bir sürü sallabaş kafaların olduğu anlamına gelir şeklinde bir uyarı alıyoruz bu noktada.
Kitaptan Google’da aslında bir hiyerarşik düzenin değil ilişkinin hüküm sürdüğünü anlıyoruz. Eric Schmidt kişisel olarak uyguladığı ve üç hafta adını verdiği bir plandan bahsediyor: “Yeni bir işe girdiğinizde ilk 3 hafta işle ilgili hiçbir şey yapmayın, sadece insanları tanıyın. Sorunlarını, önceliklerini öğrenin ve güvenlerini kazanın. Yani dişe dokunur bir şey yapın: Sağlıklı bir ilişki kurun.”
Yazının başında “kullanıcı odaklılık” kavramından bahsetmiştim ve bu kitapta Google’ın nasıl kullanıcı dostu ürünlere sahip olduğu çarpıcı örneklerle sunduğu yer alıyor. Google çalışanları her şeyden önce kendilerini kullanıcı yerine koyuyor ve onların hayatını kolaylaştırmayı, Google ürünlerini daha sade olarak daha faydalı hale getirmeyi amaçlıyor. Bu düşünceyle hareket eden Google mühendisleri “kullanıcı arama terimlerini yazarken sonuçları karşılarına çıkarmak” fikrini ortaya attılar. İşin içine çağımızdaki temel faktör “hız” da eklenince kullanıcı daha arama terimlerini yazarken sonuçları gösteren “Google Anında Arama” özelliği geliştirildi. Bu özelliğin gelirler üzerinde negatif etkisi olur mu sorusunun kullanıcı yararına bir özellik olduğu için es geçildiği kitapta bu örnek ile anlatılıyor.
Peki bu şirketin hiç mi “başarısızlık hikayesi” yok. Elbette var. Friendster ve Myspace ile başlayan Sosyal Web trendinin Twitter ile ortaklık görüşmelerinden sonuç alınamayışından dolayı bir start-up’ı gözden kaçırmaları sonucu Sosyal Web’in artık hayatın bir parçası haline geldiğinin geç farkına varılması durumu anlatılıyor. Gözden kaçan start up sizinde tahmin ettiğiniz gibi Facebook! Orkut, Wave,Buzz ürünleri Google’ın sosyal ağ başarısızlıklarını gözler önüne seriyor. Bu başarısızlığa canı sıkılan çalışanların geliştirdiği bir ürün var: Google +
Kitabın sonlarına yaklaşırken inovasyonda temel aşamanın kendinize en zor soruları sormakla başlanacağının altı çiziliyor. Bir önceki bölümde sosyal ağ başarısızlıklarından elde edilen tecrübelerin “ya sosyal ağlar aramayı geçersiz kılarsa”, “bu durum bizim için ne anlama geliyor” gibi Google için sert soruların yeniliğin kapılarını açacağından bahsediliyor. Şirket için bu rahatsız edici soruların sorulduğu anda can sıkmasının, bir rakipten gelen öldürücü darbeden daha iyi olduğundan bahsediliyor.
Üretken bir aklın kurduğu bir girişimin nihayetinde Google’ı bile geçebileceği ve hiçbir şirketin sonsuza kadar kazanamayacağı gerçeğinden söz edilirken “Kimileri bundan korkarken biz bundan ilham alıyoruz” sözü ile Google’da bitmek bilmeyen yenilik devinimine güzel bir atıf yapılıyor.