Sapiens’in yazarı Harari’nin son kitabı Homo Deus-Yarının Kısa Tarihi’ni yayınladığından itibaren geçen kısa süre içinde bir çoğumuz duydu ve okuma listesine şimdiden ekledi. Kitap bize insanın geleceğine dair çok sayıda bilgi sunuyor. Elbette herkesin Harari’nin görüşüne katılmasını beklemek mümkün değil. Ancak Harari kitapta çok önemli tespitlerde bulunurken gelecekte karşımıza çıkacak yeni bir toplumsal sınıftan da bahsediyor ki, hem ülke hem de toplum olarak anlattıkları bizi oldukça yakında ilgilendiriyor.
Harari’nin bahsettiği sınıfın adı gereksizler sınıfı. Peki kim bu gereksizler sınıfı? Kimlerden oluşuyor ve toplumdaki yerleri ne? Harari Gazeteci Mehveş Evin’e verdiği röportajda ‘Gereksiz sınıf’ terimini bilerek kullandığını, ve kavramın çok provokatif olduğunu bildiğini belirterek sözlerine şu şekilde devam ediyor:
“Kişisel olarak hiçbir insanın gereksiz olduğunu düşünmüyorum tabii. Bu terimi, sistemin bakış açısı olduğu için kullanıyorum. 20. yüzyılın sonuna dek insan, özellikle ekonomik ve askeri olarak sistem için gerekliydi. Devletler, savaşa döndürmek ve fabrikalarda çalıştırmak için insana ihtiyaç duyardı. Dünya savaşlarına bakarsanız, kadınların seçme hakkını kazanmasının bir nedeninin, devletlerin kadınlara ihtiyaç duyması olduğunu görürüz.
Birileri savaşırken birilerinin de fabrikalarda çalışması gerekiyordu, üstelik kadınlar çok faydalı olduklarını gösterdi ve ülkeler peş peşe kadınlara seçme hakkını verdi.
Peki insanlar artık sisteme faydalı değilse ne olacak? Askeri anlamda bunu yaşıyoruz bile. Artık savaşlar için milyonlarca insanı askeri almak gerekmiyor. Elit güçler yetiştiriliyor, özel harekat güçleri ya da drone kullanacak insanlar gibi. Ordular giderek sofistike ve otonom teknoloji kullanımına yöneliyor.
Kimi insanlar, askeri değerini yitiriyor. Aynısı sivil hayatta, ekonomide de geçerli: Mesela kendi kendine çalışan arabalar, taksi şoförlerini işinden edebilir. IBM’in Watson’ı doktorların yerini, algoritmalar borsacıların yerini alabilir. Borsacı olacağım diye finans okuyan biri 10 yıl sonra iş bulamayabilir.”
Harari’nin saptamaları teknolji ve bilim üretmeyen toplumlar için de aynı zamanda bir uyarı niteliğinde. Özellikle insan gücü kaynağına güvenen ülkeler, gelişen teknoloji ve insan gücünün her geçen gün biraz daha devreden çıkmasının sonuçlarıyla yüz yüze kalmaya başladı bile. Üstelik hızla gelişen teknoloji, kendisini üreten ülkelerin büyük avantaj kazanmasına ve gelişmekte olan ya da az gelişmiş ülkelerin aradaki farkı kapatmasına imkan tanımıyor. Her yeni buluş, her atılan adım arayı biraz daha açarken uçurumu da derinleştiriyor.
Türkiye olarak biz de kendi iç sorunlarımızla boğuşmak ve Maslow hiyerarşisine göre can güvenliği gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılamak için büyük bir uğraş içine girerek dünyadaki gelişmeleri ıskalamaya devam ediyoruz. Bu durum ise karşımıza çıkacak daha büyük sorunları özellikler ekonomi alanında şimdiden tetiklemeye başladı. Bir türlü frenleyemediğimi
TÜİK’in son verilerine göre işsizlik rakamlarımız istikrarlı bir şekilde artış gösteriyor. Yani her geçen gün çalışmayan ve üretmeyen, Harari’nin deyişiyle gereksiz konuma düşen insan sayımız ve bu insanların nüfusa oranı artıyor. Hatta 15-24 yaş arasındaki genç yaştaki işsizlik oranımız 3,5 puanlık artış ile %22,6 oldu. Tüm yaş gruplarındaki oran ise 1.6 puan artışla yüzde 12.1’e yükseldi.
Verilere baktığımızda tablonun hiç de iç açıcı olmadığını söylemek mümkün. Geleceğe baktığımızda ise bu rakamların artacağını söylemek yanlış olmasa gerek. Peki yaklaşık her dört gençten birinin işsiz kalmasına neden olan sebepleri aşmak mümkün mü?
Doğruları söylemek gerekirse; yalnız bizim değil, gelişmiş ülkelerin dahi bu soruna tam anlamıyla bir çözüm üretebilmeleri henüz mümkün görünmüyor. Çünkü Endüstri 4.0 ile hayatımıza giren otomasyon sistemleri ve akıllı fabrikalarda faaliyet gösteren robotlar insan gücüne duyulan ihtiyacı minimuma indirdiği gibi çok daha ucuza üretim yapma şansı tanıyor. Bundan daha bir kaç yıl öncesine kadar insanların faaliyet gösterdiği alanlarda robotlar ve programlar boy gösteriyor. Belki de ilk yapmamız gereken bu durumun bilincine varmak.
Ülkemizdeki bir çok kuruma baktığımızda dünyadaki yeni gelişmelerden ve teknolojiden ya haberdar olmadıklarını ya da haberleri olsa bile çok uzakmış ve gerçekleştirmesi imkansızmış gibi davrandıklarını görüyoruz. Her ne kadar teknolojiye ayak uydurup insanlar yerine robotları ikame edip çalışanları işten çıkarmasalar da; küresel rekabette geriye düştükleri için batmanın eşiğine geldiklerine veya iflas ettiklerine şahit oluyoruz. Kısaca, sonuç değişmiyor ve yeni işsizler olarak karşımıza çıkıyor. Kapanan kurumlardan çıkan ya da işini gelişen teknolojiye kaptıran yeni işsizlerin bir iş bulması da hiç kolay görünmüyor. Çünkü teknolojiye ve yeni üretim sistemlerine yani Endüstri 4.0’a kendini hazırlayamamış ve uyum sağlayamamış çalışanlara artık ihtiyaç duyulmuyor. İhtiyaç duyulmadıkları için de gereksiz konuma düşüyorlar.
O zaman, değişen dünyayı hep beraber kabul ettikten sonra hızla altyapı dönüşümümüzü tamamlamalı ve elimizdeki iş gücünü bu yönde eğitmeliyiz. Genç kuşakların eğitiminde dijital dünyayı daha iyi tanımalarını sağlamalı ve sadece birer tüketici olmaktan kurtararak üretici konuma geçmeleri için çalışmalıyız. Şirketlerin dijital dönüşümlerine destek vermeli, onlara yol gösterici kapılar açmalıyız. Bu dönüşümü sadece özel kurumların sırtına yüklemeyi bir kenara bırakıp, devlet olarak da onlara fayda sağlamalıyız. Kısaca top yekün bir seferberlik başlatarak hep beraber el ele vermeli ve değişen dünyada biz de varız demeliyiz. Gerisi ise zaten kolay.