Snapchat, Instagram, Facebook ve şimdi de WhatsApp. Story / Hikaye özelliği mecralara bir bir klonlanmaya başladı. Sosyal medyanın insanların üzerine salık verdiği ‘’Ben buradayım’’ eyleminin hacmi gitgide yayılmaya başladı. Tabi bu yeni gelen özellikler beraberinde yeni reklam alanlarını da getirdi. Bu durum da aklımıza şu soruyu getiriyor. ‘’Ben buradayım diyenlerin yeni oyun alanına sızan markalar, erişim için ne kadar ileri gidebilir?’’
Önce, insan neden daha fazla ‘’Ben buradayım’’ demek ister ona bir bakalım.
Myspace, Yonja, Facebook, Twitter derken durum güncelleme alışkanlığı dijital dünyadaki avatarlarımızın ayrılmaz bir dinamiği haline geldi. Eskiden video için Youtube, dinlediğimiz müzikler için ICQ eklentileri, artistik fotoğraflarımız için DeviantArt, Flickr varken şimdi hepsi kümülatif olarak sık kullandığımız sosyal medya mecralarında toplandı. Adeta atalarımızın bize yolladığı ‘’Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz’’ sözünün ayna kısmına takılmış durumdayız. İster tüm gün evde pijamalarınızla oturun, ister toplantıdan toplantıya koşan bir beyaz yakalı olun, aynaya bakmaktan daha çok sosyal medyada kendimize bakıyoruz. İnsanların başkalarının fotoğraflarına bakmasındansa, kendi fotoğraflarına dönüp tekrar bakma oranlarının daha yüksek ölçümlendiğini biliyor musunuz? Bunun sağlamasını kendinizden yapabilirsiniz ? Bu bilgi de insanların, çevrelerinin durum güncellemelerinden ziyade kendi durum güncellemelerine daha ilgili olduklarını gösteriyor. Türkçe meali: Pencereden baktığımızdan çok aynaya bakıyoruz.
Peki bu psikoloji çevrelerinden patolojik olarak adlandırılan durum bizi nereye götürüyor?
İnsanlar, sosyal medyanın verdiği paylaşım açık çekini, kendini birer medya organı olarak konumlandırıyorlar. Kırılınan eski dostlara, ayrılınan sevgililere gönderilen atarlı durum iletileri, araba kullanırken çekilen (şarkı eşliğinde) araba teybi videoları, ülke gündemine yollanan cengaver aktivist yorumlar, insanları birer basın bülteni haline geliyor. Psikologların patolojik olarak tanımladığı bu durumun üzücü olan kısmı ise çoğu zaman insanların bu paylaşımlarının yine insanların kendilerini etkilediği ve bekledikleri büyük etkileşimi alamadıkları durumda ise yanlızlaşma hissine kapıldıkları gerçeğidir.
Markaların erişim taaruzundan nasiplenen hikayelerin geleceği nasıl olacak?
Mecralara klonlanan hikaye özelliğine sızan markalar, insanların kendi seçmiş oldukları arkadaş çevrelerinin içine sızmasıyla erişim hacmini genişletti. Artık zaman tünelinde onları sponsorlu olarak görmemizin dışında, Happy Hour’daki arkadaşımızın içki fotoğrafından sonra karşımıza çıkması bu reklam modellerinin daha da ileriye gideceğinin birer habercisi olarak yorumlanabilir. Bir süre sonra telefonla konuşurken araya reklam girse ve konuşmamızı bekletmeye alsa hiç şaşırmayacağız.
Reklam mecraları kullanıcı datasını en derinlemesine kullanmanın yollarını günden güne genişlettikçe, karşımıza çıkan hikaye reklamları bir süre sonra normalleşmeye başlayacak. Reklamın doğal olarak konumlandırılması durumu için bu modeller, birer ısınma turu niteliğini taşıyorlar.
Süphesiz ki insan ne kadar ‘’Ben buradayım ve beni görün’’ demekten usanmazsa, markalar da bu duruma agresifçe karşılık vermeye devam edecekler.
Tchau!