İnsan doğduğu ilk günden bu yana bazı kavramlar ile sürekli olarak birlikte yaşar. Bu kavramlardan birisi de “başarı” kavramıdır. Birey ilkokula başladığı andan itibaren sürekli olarak ebeveynleri tarafından sınıf arkadaşları veya komşusunun çocukları ile karşılaştırılmaktadır. Ayşe hanımın kızı bak nasıl ders çalışıyor sen hiçbir şey çalışmıyorsun şeklinde sürekli olarak telkinlere maruz kalan birey de doğal olarak başarmak konusunda kendisini mecbur hissetmekte ve gece gündüz demeden de çalışmaktadır.
Başarı öyle bir kavramdır ki izlediğimiz her filmde de mutlaka işlenmektedir. Sıfırdan zirveye gelen bir kişinin hikayesi olabileceği gibi hayatın içinde sürekli düşen kalkan insanların hikayesinden de yola çıkarak bireye sürekli olarak başarın kavramı aşılanmaktadır.
Eğitim sisteminde de durum aslında pek farklı değildir. Her üniversiteye giriş sınavından sonra mutlaka Anadolu’nun ücra yerlerinden birisinden mutlaka bir başarı hikayesi tüm ülkeye gösterilmektedir.
İş adamlarının eğitim toplantılarında da durum farklı değildir. Burada da sıfırdan zirveye gelen kişilerin hayat hikayeleri anlatılır. Onlar rol model olur ve iş dünyasında yer alan kişilere de bak işte çalışırsan sen de bu noktalara gelebilirsin mesajı verilir.
Peki hayat gerçekten bu şekilde sürekli olarak başarılar ile mi dolu? Elbette hayır. Başarının formülü bu kadar kolay ise neden birçok insan başarısız oluyor. Ya da ülkedeki girişimlerin %82’si ilk 18 ayda batıyor?
Bana göre esas itibari ile konuşulması gereken noktalardan birisi de bu. Bence artık insanların neden başarılı olduklarını değil neden başarısız olduklarını duymaya ihtiyaçları var. İnsanlar nerelerde hangi konularda hata yapmışlar ki o hataları tekrar yapmasınlar. İnsanlar için olumlu olduğu kadar olumsuz örneklere de ihtiyaçları var. Bu sayede öğrenmenin daha kalıcı olduğunu düşünüyorum. Örneğin bir iş adamı toplantısına 5 kere batmış olan bir işletmeciyi davet edelim. Neden battı ve nasıl tekrar gün yüzüne çıktı. Bence bu daha doğru bir öğrenme şekli olur.